Jineoloji (kadın bilimi) tartışmaları Kürt kadınlarının özgürlük mücadelesinde kadın paradigması oluşumu diyebileceğimiz yeni bir evreye geçişinin büyülü kavramı özelliğini almış bulunmaktadır. Kadın zihniyet dünyasını inşa yöntem önermesi olan jineoloji egemen erkek zihniyeti ve tüm paradigmasal süreçlerine köklü müdahale anlamını içermektedir. Jineoloji bu anlamda epistemolojik bir süreci işaret etmektedir. Kadının kadın bilgisine dolaysız biçimde ulaşması, kendi bilgisinin bilimsel üretimini gerçekleştirmesi, kadın bireyselliği ve kadın toplumsallığını yeniden oluşturacaktır. Kadına dair bilginin doğasına ve kaynağına kadınların kendi disiplinlerini oluşturarak oluşmasını, yorumlamasını ve anlamlandırılmasını ifade eden jineoloji, bu paralelde egemen erkeğin bilgi üretim süreçlerine, yorumuna ve kavramına yönelik kuşku, eleştiri ve karşı arayış ile sürecini ilerletecektir. Kadın sosyal bilimi, kadın ekonomi bilimi, kadın tarih bilimi, kadın siyaset bilimi, kadın cinselliği tarihi, kadın ve demografya vb bilimsel dal yapılanmaları tartışmalarını başlatan jineoloji dikkat çekici bir ilgi ile karşılanmaktadır.
Neden bir
kadın bilimi,neden JİNEOLOJİ soruları, sürecin doğası gereği sıkça sorulmakta
ve sorulmalıdır. Lakin bu sorgulama paralelinde kadın; felsefe, bilim, din,
mitoloji, ahlak tarihinin aleyhine işleyen iktidarcı egemen erkek yapısının
deşifrasyonunu metodolojik biçimde ilerleteceği gibi, kendini kendi aklı,
zekası ve duygusu ile inceleyecektir.
Kendi adına
düşünemeyenlerin kendilerini yönetemeyeceği yani özgür olmayacağı bilgisi
jineolojinin hakikat arayışının hareket noktasını oluşturmaktadır. Abdullah
ÖCALAN özgürlük sosyolojisinde kadın ve demokratik modernite güçlerinin direniş
ve özgürlük arayışlarının egemenliği aşamama nedenlerini eşitlik, adalet,
özgürlük değerler dizisini sistemleştirememe, tarihselleştirmeme olarak tarif
etmektedir. İktidarın ve devletin değerler dizisini sistemleşerek ve
tarihselleşerek aşamamak; yönetilir, tasarruf edilir halde olmaktır. Yani kendi
hakkında düşünememek, kendini yönetememek ve iktidar altına alınmak
denkleminden çıkamamaktır. Sistemleşme ve tarihselleşmenin ön koşulu zihin
inşasını paradigmasal ölçekte tamamlanmasıdır.
Hegemonik
sistemler zihinsel alanda paradigma oluşumlarını sağladıkça iktidar
yapılanmalarını ve sömürgelerini sağlayabilmişlerdir. İktidarın ve sömürünün
felsefi tasviri olan özne-nesne ayrımı doğa ve toplumsal yapılarda
kurgulandıkça paralel düşünce yöntemleri ile toplum, özne erkek nesne kadın,
özne efendi nesne köle, özne devlet nesne toplum ikilemlerine hazırlıklı
kılınmaktadır. Özne-nesne ayırımının merkezinde yer aldığı paradigmalar iktidar
aklıdır ve tüm arzusu kadın ve toplumu yönetme-yönlendirmeye ikna etmektir.
İktidarcılığın
zihinsel araçları mitoloji, özne-nesne ayrımına dayalı felsefe ve bilim
toplumsal cinsiyetçiliği üretimini öncelikli ele almışlardır. Toplumsal
cinsiyetçi paradigma inşa etmeden kadın-erkek ilişkilerini mülkiyet ilişkisine
dönüştüremeyeceğinin idraki adeta bir erkek ekonomi politiğidir. Çünkü kadını
özel mülkiyetine almak tüm özel mülkiyet biçimlerini bir domino etkisiyle
geliştirebilmenin sihirli formülü gibidir ve bu neden ile kadın kendi ekonomi
bilimini oluşturmayı kaçınılmaz süreç bilecektir. Bu neden ile büyük özgürleşme
sorunlarını aşmak için kadın ve diğer demokratik modernite güçleri alternatif
sistemlerini inşa etmeye yönelme ve bunu sağlayacak değerler dizisi oluşturmaya
mecburdur. Jineoloji bu temelde kadının özgürlük problemini iktidarcı
paradigmaları aşma ve paradigmasal inşa ile çözme diyalektiğidir.
Bilimin
yalnızca egemen erkek iktidarının denetiminde olduğu, egemen erkeğin sayısal
üstünlüğünden kaynaklı cinsiyetçi algılar üretimini gerçekleştirdiği
eleştirisine dayanarak paradigmasal çözümler açığa çıkmaz. Çağın özgürleşme
sorunlarını aşmak için öncelikle bilimin erkek aklının kendini en mükemmel
örgütlediği alan ve hatta bilimin erkek
kişilik olduğunu görmek zorundayız. Analitik, nesnel, deneysel soğukkanlı,
akılcı bilime köklü müdahale gerçekleşmediği takdirde bilime erkek demek
kaçınılmaz olacaktır. Jineoloji bu anlamda iktidarcı bilim sisteminin dışına
çıkmayı,kadın bilimi ile zihniyet sistemi alternatifini geliştirmeyi
amaçlamaktadır.
Ancak
jineoloji yeni tartışmaya açılan bir yöntem önermesidir ve bu neden ile tüm
kadın oluşumlarının, kadın düşünürlerin ve akımların tartışmasına,
değerlendirilmesine ve katkısına ihtiyaç duymaktadır. Jineoloji politik veya
sosyal bir akım değildir, ancak bu konuda bir kafa karışıklığının yaşandığı da
açıktır. Kadın hareketleri ve sosyal akımlar jineoloji ile karşılıklı alternatif ilişkisi
içinde değildir, aksine karşılıklı birbirini geliştirme, etkileme ve birbirinin
zihinsel süreci yapılandırma rolleri vardır.Bu tartışma sürecinin kadın
ideolojik yapıları ve sosyal hareketleri tarafından ilerleyen zaman içinde
derinleşerek, kurumsallaşarak yol alacağı açıktır.
Sorular soralım
Kendisini gittikçe
daha yakıcı bir biçimde açığa vuran cins çelişkisinin çözümü açısından
21.yüzyıl, özgürleşen kadının ve özgürleşen toplumun yüzyılı olacaktır. Bu iddiaya denk örgütlenme ve yapılanmalar
içinde olmak önemlidir. Bunun ihtiyacı üzerinden mi Jineolojiyi geliştirmek
istiyoruz? Jineolojiyi, bu ihtiyaca ve gerekliliğe de cevap olma kapsamına
sahip olduğu için mi geliştiriyoruz? Biz bu gereklilik ve bilinçle mi
yaklaşıyoruz? Jineolojiyi çağın gereklilikleri temelinde ele alan ve örgütleyen
bir yaklaşım içinde olabilmeliyiz. Çünkü Jineoloji öz ve kapsamı itibariyle bu
çağa cevap olacak kadın bilimi, toplum bilimidir. Jineoloji bir anlamda dünya
kadın hareketlerini daha güçlü
buluşturmanın zemini olacaktır.
Jineolojiye dönük tartışmaları
süreklileştirip, derinleştirmek gerekir. Yürüteceğimiz tartışmalar, çalışmamız
açısından önemli. Hem Jineoloji nedir, neyi kapsıyor? Buna dönük bir bilgilenme
olur hem de örgütlendirilmesine dönük görüş ve öneriler ile bu çalışma daha iyi
örgütlendirilebilinir. Tartışmanın bu biçimiyle yürütülmesi, ihtiyaçları da
giderebilir.
Kadın
hareketi olarak çok güçlü bir mirasımız, deneyimlerimiz ve tecrübelerimiz var.
Bu miras üzerinden yaklaştığımızda, Jineoloji çalışmalarında toplumun tümünü
kapsama ve pratikleşme gücünü, örgütlülüğünü de geliştirebiliriz. Demokratik
Özgür Kadın Hareketi olarak böylesi bir çalışmaya ihtiyaç duyuyor muyuz,
gerekliliğinin ne kadar farkındayız? Başlarken bu soruyu sormak ve cevap vermek
önemlidir. Çünkü ele alışımız, yaklaşımımız önemlidir. Kadın hareketleri olarak geldiğimiz aşamayı, durduğumuz noktayı
iyi çözümleyebilmeliyiz. Bunu ne kadar doğru çözümlersek Jineoloji’ye de bir o
kadar stratejik bir anlam ve yaklaşım içinde oluruz. Zihniyetimizde, bakış
açımızda, örgütlülüğümüzde yenilikleri geliştirmek özgürlük mücadelemize
süreklilik kazandıracaktır. Bir anlamda kadın kurtuluş ideolojisinin yeniden
güncelleştirilmesi, evrenselleştirilmesi ve yaşamsallaştırılmasında önemli bir
zemin olacaktır. Hem bir çözüm adresi
yani bir zihinsel açılım hem de yaşadığımız çağa da cevap olacaktır.
Kapitalist Modernitenin araçlarını ele
aldığımızda içinde yer alan cinsiyetçiliği de kapsamlı çözümlemeliyiz.
Jineoloji bir anlamda toplumsal cinsiyetçiliğin kapsamlı çözümlenmesi ve
aşılması mı olacak? Kadının özgürlük perspektifini yaşamsallaştıracağı bu
temelde alternatif geliştireceği alan mı olacak? Böylesi bir ihtiyaç mı bizi
belirliyor? Eğer bu ihtiyaçlar üzerinden yaklaşırsak hem perspektifini
oluşturmada hem de daha güçlü örgütlendirilmesinde stratejik bir yaklaşım
içinde oluruz. Kendi algılarımıza, yaklaşımlarımıza mahkûm etmeden, kendimiz
açısından bir değişim-dönüşüm süreci olarak ele almak önemlidir. “Kadın özgürlüğü, toplumun özgürlüğüdür”
prensibini temel mücadele gerekçesi olarak da ele almalıyız.
Erkek
egemen zihniyetin kırım politikalarına karşı zihniyet ve vicdan devrimini
gerçekleştirmede arayış ve çabalarımız olsa da var olana cevap olma açısından
oldukça yetersiziz.
Jineoloji
bizim sınırlarımızı zorlayacak, zorlamalıdır da. Zaten sınırlara takılıp
kaldığımız sürece ciddi bir adım atamayız. Kadın bilimi diyoruz, bu başlı
başına bir cesaret ve irade işidir. Bu çalışmanın salt meşruluğunu sağlama bile
başlı başlına büyük bir mücadeledir. Bu açıdan işe başlarken, anlayışımız,
yaklaşımız önemli olmaktadır. Bir şeyi yeterince bilince çıkaramazsak, doğru
algılayamazsak nasıl buna denk bir duruş ve örgütlülük içinde olabiliriz?
Alternatif bir duruş ve örgütlülük gösteremeyiz.
Okuyalım,
harıl harıl tartışalım, bu tartışmaları ortaklaştıralım, deyim yerindeyse kafa
patlatalım ve süreklileşen üretim içinde olalım. Özcesi bu alanda kendi
önceliklerimizi güçlü belirlemek ve aşma mücadelesi içinde olmak önemlidir.
Bunlar aşılmazsa Jineoloji çalışmalarımızı da güçlü bir örgütlülüğe
kavuşturamayız. Bir isim, sembol olarak var olur, ancak hem kuramsal hem
işlevsellik açısından güçlü geliştirilemez.
Şimdi
Jineolojiyi kavramsal, kuramsal ve işlevsellik açısından ele alacağız. Yani
Jineoloji nedir? Jineoloji’nin amacı ve kapsamı nedir? Kendisini nasıl
örgütlendirmesi gerekir? Sorularına yanıtlamaya çalışacağız. Yine bu konuları
tartışmaya çalışacağız.
Kavramsal açıdan jineoloji
Jineoloji
kelime olarak kadın bilimi demektir. Jin kelime olarak Kürtçede kadın anlamına
gelmektedir. Kürtçede yaşam anlamına gelen jiyan’dan türemiştir. Başta Ortadoğu
olmak üzere Hint Avrupa dillerinde bu kelime “yaşam, canlılık” yine zin ya da
zen yani “kadın” anlamında kullanılmaktadır. Bildiğimiz gibi kadın cins olarak
ilk kendi farkına varan olarak kabul edilir. Yaşama dair tüm ilkleri geliştiren
kadındır. Yani yaşam, ahlaki ve politik ilkeler temelinde kadın etrafında
örülmüştür. Toplumsallık bu temelde gelişmiştir. Doğal toplumu ahlaki ve
politik değerler ile inşa eden kadındır. Bu nedenle yaşam denilence kadın,
kadın denilince yaşam ilk akla gelendir. Yaşam diğer bir anlamda da kadının
bedeninde cereyan eder. Kadının hamileliği, aylık kanamaları onun yaşamla
bağının ve yaşamın sürdürülmesindeki rolünü de ortaya koymaktadır. Kadın hem
yaşamsal değerlerin geliştirilmesi hem de bedensel olarak da yaşamla
özdeşleştirilmiştir. Bu nedenle kadın ve yaşam arasında kopmaz bağlar vardır.
Bu açıdan yaşam gerçekliği karşısında kadın daha fazla kapsayıcıdır. Erkek
cinsine göre daha fazla sorumludur da. Kadının, toplumsal doğanın hem fizik hem
de anlam olarak en geniş bölümünü teşkil ettiği tartışma götürmez. Kadının
yaşamla bu kadar özdeşleştirilmesi de bundan kaynaklıdır. Bu açıdan bir kadın
bilimi olan Jineoloji aynı zamanda bir yaşam bilimidir de.
Kuramsal açıdan jineoloji
Jineoloji
kuram olarak neyi kapsamaktadır? Jineoloji kadın açısında tüm değerleri
bilimsel veriye kavuşturacaktır. Bunu yapabilmesi için verili olanı güçlü
eleştirerek, aşma yaklaşımı içinde olmalıdır. Başta tarih, toplum, felsefe,
sanat, ekonomi, bilim, demografya olmak üzere her alanda doğru bir bilgiye,
bilince ulaşmak açısından epistemolojiyi geliştirmek önemlidir. Jineolojinin
içeriğini ele alırken ilk başta bilim tarihinin ve bilgi yapılarının tarihini
ele almak, tartışmak önemlidir. Bu iki konu üzerinde kapsamlı bir araştırma
yapıp, yaşanan yanılgı ve hataları ortaya çıkardığı oranda Jineoloji’nin
içeriği oluşacaktır. Çünkü Jineoloji var olanları aşmak üzerinden gelişecektir.
Bunlar yapılmadan Jineoloji konusunda esas bir çerçeve de oluşturulamaz. Bu
anlamda öncelikle epistemoloji alanında ciddi bir araştırmaya, yorumlamaya bu
temelde bilinçlenmeye ihtiyaç vardır.
Epistemoloji
bilgi kuramıdır. İnsan bilgisinin yapısını ve geçerliliğini inceleyen felsefe
dalı olarak, çeşitli bilimlerin ilkelerini, varsayımlarını ve sonuçlarını
eleştirerek inceler, onların mantıksal kökenini, nesnel değerini belirlemeye
çalışır. Bildiğimiz şeyi nasıl bildiğimizi ve bilgimizin doğruluğunu nasıl
geçerli kılabileceğimizi tartışan felsefi düşünce disiplinidir. Kısacası doğru
ve yanlış bilginin ayıklanmasıdır. “Kapitalist dünya sisteminin bilgi yapısı,
en az iktidar ve üretim-birikim aygıtları kadar kriz yaşamaktadır. Bilgi
yapılarının doğası gereği özgür tartışmaya daha yatkın olmaları, bilimsel
krizin boyutları üzerinde geniş yorumlama imkânı sunmaktadır. Bilginin toplum
ve iktidar yapılarındaki rolü hiçbir dönemle kıyaslanmayacak boyutlarda anlam
bulabilmektedir” belirlemesi çok önemlidir. Toplumsal yaşamın bilgi-bilim
aygıtları devrimsel gelişmeleri yaşamaktadır. Yeni sosyal bilimi geliştirirken
öncelikle epistemoloji alanında köklü bir yenilenmeyi gerçekleştirmektedir.
Tarih
ve toplum yorumunda dört düşünce yönteminden yararlanmaktayız: Mitoloji, din,
felsefe ve bilim. Bu dört düşünce alanını ele alırken ortaya çıkardığı
bilgilerin hangisi doğru hangisi yanlıştır bunun ayrıştırmasını da yapmaktayız.
Her dört yöntemi iç içe kullanarak, esas aldıklarını ve reddettiklerini ortaya
koymaktayız. Doğru bir tarih ve toplum –ki buna tarihsel toplum diyoruz-
yorumunu geliştirmek, bilimi de hakikatli kılmak açısından esas aldığı yöntem
ve diyalektiği bizim de geliştirmemiz gerekiyor.
Sosyal bilimler ve jineoloji
Jineolojinin
yeni bir zihniyet kuramı geliştirmesi açısından öncelikli olarak sosyal
bilimler alanında bir çözümleme gücüne sahip olması gerekir. Çalışmalara
başlarken şunu tartışmalıyız, Jineolojiyi sosyal bilimlerin neresinde
konumlandıracağız? Sosyal bilimler içinde bir dal olarak ele alanlar oldu, onun
özünü teşkil ediyor, onunla paralel geliştirilmeli diyenler de oldu. Halen de
tartıştığımız bir konudur da. Şimdiden tam bir tanım koymak da ne kadar doğru o
da tartışılır. Çünkü bir tartışma sürecidir ve biz daha yeni başlatıyoruz,
tartışmaların sürekliliği ile kendi tanımını bulacaktır. Ancak Jineoloji
öncelikle mevcut sosyal bilimlere bir alternatif olarak bu alanda bir
yenilenmeyi sağlayacaktır. Bu açıdan sosyal bilimler alanında geliştirilen
değişimi doğru algılamak önemlidir. Sosyal bilimlere bütünlüklü yaklaşım içinde
olmak, yöntemsel açıdan yakalanan netlikle sosyal bilimleri yeniden, daha güçlü
tanımlamak gerekir. Tüm bu eleştiri ve tanımlama üzerinden Jineolojinin doğru
bir tanıma, yönteme kavuşması önemlidir.
Modern
sosyal bilimlerin merkezi olan Avrupa’da pozitif bilimciler fizik, kimya ve
biyolojiyi geliştirdiler. Doğayı tanımaya, tanımlamaya çalıştılar. Tanıma ve
tanımlama istemi doğaya hâkim olma, onu denetime almaydı. Buradan hareketle
doğanın belirli yasalar etrafında kendini sürdürdüğü, bu yasaların ise her
yerde geçerli olduğu çokça dillendirildi. Evrensel olan bu yasalar katı, sabit
ve değişmezdi. Başta da belirttiğimiz gibi istemleri doğanın dışında, ona
hükmeden zihniyeti ile olduğu için, doğa farklı olan yani öteki olandı. Fizik,
kimya ve biyoloji ile formüle edilen bu veriler olgu olarak tanımlandı. Bu
tanımların dışına çıkabilecek düşünsel düzey ortaya çıkamadığı için kendi
oluşturdukları sınırlar içerisinde kaldılar. Bu bilimsel veri olarak tanımladıkları
formüllerle insan toplumsallığı da tanımlanmaya çalışıldı. Toplum da doğa gibi
nesne olarak ele alındı. Toplum için evrensel, değişmez, katı yasalar
oluşturuldu. Olgusal bir nesne olarak toplum tanımlamalarına gidildi. Her
coğrafyada, her iklimde her tarihsel kesitte toplumun yaşadığı sorunlara aynı
çözüm yöntemleri sunuldu. İktidarların ortaya koyacağı çözüm yöntemlerinin aynı
sonuçları doğuracağı düşünüldü. Bunun üzerinden toplumsal ilişkilere,
çelişkilere ve sorunlara yaklaşıldı. Oysa, oldukça farklı, renkli bir doğaya
sahip insan topluluğunu bu kadar nesnelleştirmeleri insanlık açısından
aydınlanmayı değil de körlüğü doğurmuştur. Tabi sosyal bilimler bunu yaparken
kendi içinde ayrışmaya da gitti. Toplumun ilgi alanları, dokuları ayrıştırıldıkça,
bu dokuları sosyal bilimlerin bir birinden farklı alanlarına dönüştürüldü.
Örneğin politika sosyal yaşamın içinde her an var olan bir disiplindir. Fakat
sosyal bilimler bu disiplini toplumdan ayrıştırıp birilerinin eline teslim
eder. Bunu yaparken politikayı sosyal bilimlerin diğer ilgili disiplinlerinden
–felsefe, ekonomi, sosyo-psikoloji vb. ayrıştırır, bağımsız ve tek başınaymış
gibi ele alır. Sosyal bilimlerin disiplinleri ayrıştırıldıkça bir birinden de
koparıldı, bu koparış insan bedeninin parçalarının birbirinden ayrıştırılması
gibi bir etkiye neden oldu. Sosyal bilimlerde yaşanan bu ayrışma toplumsal
bünyeye de yayıldı. Bu durum en çok uygarlık sistemini beslemiş,
güçlendirmiştir.
Sosyal
bilimlerdeki aşırı parçalanma çoklu sonuçlara ve sorunlara neden olmuştur.
Bunlardan bir diğeri de bilimsel krizdir. Tüm bu yaklaşımlar insan topluluğu
açısından krize, kaosa neden olmuştur. Kendisini modern bilimin inşacıları,
merkezi görenler halen de bu kaosun nedenlerini güçlü çözümlemiş değildir. Yani
sosyal bilimler alanında yaşanan sorunlar temel bir sorun olarak ele
alınmamaktadır. Sosyal bilimlerin çalışma alanı toplumdur. Ancak toplumsal
sorunları ne kadar doğru ele aldığı, çözümlediği bugün tartıştığımız hususları
oluşturmaktadır. Bu konuda kimi çevrelerin önemli bir çabası olsa da bütünlüklü
ve çözümleyici bir yaklaşımı geliştirmekten uzaktırlar. Bunun kaynağında ise
oluşturulan bilgi yapılarının iktidar kaynaklı olmasıdır. Bilgi yapısı iktidar
kaynaklı olduğu müddetçe de sosyal bilimler iktidar çemberinden kendilerini
çıkaramamışlardır. Alternatif toplumsal yaşam sunduğunu iddia ederek yola çıkan
Marksist sosyal bilimcilerden, muhalif sosyal bilimcilere kadar kurdukları
toplum sistemleri iktidarı besleyen taze kana dönüşmüşlerdir. Jineoloji bu
anlamda bu başarısızlığın kaynağına inerek onu aşmanın bilinci ve örgütlülüğü
olduğu oranda bu alanda yenilemeyi geliştirecektir.
Toplumun
en temel sorunlarından olan kadın sorununun sosyal bilimler alanında kapsamlı
bir değerlendirmesinin bile yapılmamış olması, Jineoloji açısından önemle
çözümlenmesi gereken sorunların başında gelmektedir. Mevcut sosyal bilimler
kadın şahsında toplumu bir kaosun eşiğine getirdiler. Toplumsallığı başlatan
üye olarak tanımlamak yerine, kadını toplumun en zayıf, en güçsüz üyesi olarak
tanımlamıştır. Bu tanımlama çerçevesinde günümüz toplumlarında kadın sorun
kaynağı olarak görülmüş, yoğunca tecrit altında tutulmuştur. Kadının günümüz
toplumlarında yaşadığı sorunlarda sosyal bilimlerin çözüm gücü olarak rolünü
oynayamaması temel sorunlardan biridir. Sosyal bilimlerin kadın sorununu bir
toplumsal sorun olarak ele alıp buna aşabilmesi için Jineolojinin bu alanda
kapsamlı analizlere, tespitlere ve tanımlamalara ihtiyacı vardır.
Jineolojiyi,
kadın bilimi olarak ve Sosyal-bilim perspektifine oturtarak, onu Özgürlük Sosyolojisinin
bir dalı olarak düşünebiliriz.
Jineolojinin en uzun süre kapsamında kültürel sosyoloji, yapısal
sosyoloji, pozitif sosyoloji ve özellikle özgürlük sosyolojisi çerçevesinde
güçlü bir sosyal-bilimsel konumlanmayı gerçekleştirmesi gerekiyor. Jineolojinin
bu sosyolojik bakış açısına güçlü bir şekilde oturması, onu alternatif
sosyal-bilimler içerisinde hem en dinamik ve hem de özgürlük ölçüsünde temel
bir dal haline getirecektir. Buna göre;
A-
Uzun süre sosyolojisi çerçevesinde; kültürel toplumda kadın varoluşu, kadının
kültür, dil, sanat, din gibi temel toplumsal dokularla olan bağı, bu bağlamda
kadın-çocuk ilişkisi, kadın-erkek ikilemi, ilişki ve çelişkileri, cinselliğin
gelişim tarihi, cinselliğin etik-estetik ve ekonomi ile bağları, kadının toplumsallaşmadaki rolü, aile olgusu,
ekonomi, etik-ekoloji-estetik gibi toplumsal alanların kadın ekseninde
gelişimini ve günümüzdeki etkilerini de kapsayacaktır. Jineoloji bunların ve benzeri
konuların ayrıntılı bir şekilde ele alınmasını ve bilimsel verilerle birlikte
anlambilim olarak geliştirilmesini kapsamaktadır.
B-
Yapısal sosyoloji çerçevesinde; kadın eksenli toplumsallığın yapısallık
kazanmasının temelleri, neolitik anaerkil toplumun maddi ve manevi kültür
olarak hem mitolojik ve hem de düşünce sistematiği, politik ve ahlaki
organların kurumlaşması, kadın eksenli toplumsallaşmada yapı-işlev ilişkisi,
ana-tanrıça kültürünün arkeolojik ve tarihsel yönleriyle bilimsel
dayanaklarının ortaya çıkarılması ve tanımını kapsamaktadır. Jineoloji aynı zamanda bütün bu yönlerin
günümüze olan etki ve yansımalarını da derinlikli ortaya çıkaracaktır.
Yapısal
sosyoloji çerçevesinde kadın eksenli toplumsallığın anti-tezi konumundaki
devletli-ataerkil uygarlık yapısallığının temel kuruluş dayanakları,
din-devlet-iktidar-hanedanlık-üretim-sınıf-işbölümü gibi konularda kadının
statüsünün güçlü çözümlenmesi gerekiyor. Kadın emeği ve
ekonomi-cinsellik-aile-etik-estetik gibi konularda kadının sömürgeleştirilme
tarihi ve mekanizmalarını, kadın cephesinden verili sistemin eleştirisi,
kadın-iktidar ilişkisi, kadın-ahlak, kadın-politika bağı; merkezi uygarlık
sistemi içerisinde kadının varoluş-direniş formlarını ve tarihini
kapsamaktadır. Bu çerçevede merkezi uygarlık içerisinde kadına içerilen derin
köleliğin kapsamlı ve derinlikli değerlendirilmesiyle birlikte, kadına
“içerilmiş olan kölelik kodlarının” çözümlenmesi gerekiyor.
C-
Pozitif sosyoloji kapsamında; sistemsel değişim ve reform süreçlerinde kadının
rolü, kadının egemenlik amaçlı savaşlardaki kullanımı, bunların kadın
üzerindeki etkileri, kadın-üretim,
kadına dönük toplumsal cinsiyetçiliğin formları, her süreçte kadına dönük
iktidar mekanizmalarının sistemin yapısal sorunlarıyla bağları, bunlardaki
değişimler, her dönemin egemen kadın modelleri ve sistem ile bağları,
demografyadaki değişimlerin kadın sömürüsü ile bağları, çeşitli
toplumsal-tarihsel olaylarda kadının rolü gibi daha kısa ve orta süreli olay ve
olguları kapsamaktadır.
D-Özgürlük
sosyolojisi kapsamında; kadın özgürlüğünün felsefik-teorik ve bilimsel
çerçevesi, kadın özgürlüğünün toplumla olan bağları, kadın özgürlüğünün ve
direnişinin tarihsel gelişim çizgisi, feminizm, egemenlikli sosyal-bilim
anlayışının ve bilgi yapısının kadın eksenli eleştirisi ve alternatif sosyal-bilim
anlayışının kadın özgürlüğü ekseninde değerlendirilmesini içermektedir. Bu
temelde duygusal-analitik zekanın dengeli birlikteliğine ve sentezine dayalı
bilgi yapısının gelişimi, demokratik aile olgusu ve özgür birlikteliğin
esasları, bilim-etik bağının kurulması, bu temelde kadın anlambilim ve
yorumbiliminin geliştirilmesi gibi kapsamlı konuları kapsayacaktır. Pozitif kuruculuk temelinde politikanın
demokratikleştirilmesi, kadın özgürlük perspektifinin toplumsal özgürlük
perspektifi ile buluşması-sentezi, özgür kadın toplumsallaşmasının inşa
sorunları, görevleri ve demokratik uygarlık ile ilişkileri, ittifak anlayışı ve
başka konu ve inceleme alanlarını kapsamaktadır.
Bağımsız
bilgi yapısının, düşünce yapısının gelişmesi kadar alternatif yaşam sistemin
geliştirilmesi de Jineolojinin kapsamındadır. Bu esas alınırsa başta tarih,
bilim, felsefe, sanat, ekonomi, ahlak, politika, toplum tüm alanlarda yeni bir
bakış açısı kadar buna denk yapılanmalar ile toplumsal sorunlara cevap
olunacaktır. Bilgi yapımız, bakış açımız, bizi aydınlatan bir düşünce yapımız
olmazsa biz bu toplumun sorunlarına da cevap olamayız, yeniden inşa edemeyiz.
Yenilenen bilgi-bilinçle ve örgütlülük ile bunu gerçekleştireceğimiz kesindir.
Bu alanda yenilenme ve yetkinleşme, Jineolojinin içeriğini de oluşturacaktır.
Bu temelde yaklaştığımızda Jineoloji neyi amaçlıyor sorusu da bizler açısından
önem kazanmaktadır. Birinci amacı, kadının sömürgeleşme tarihinden ekonomik,
sosyal, siyasal ve zihinsel sömürgeleştirilmesine kadar konumunun açıklığa
kavuşturulmasını esas alır, kadının tarihselliği ile güncelliği arasındaki bağı
oluşturur. Bu anlamda sorunu görünür kılar.
Yöntem ve Jineoloji
Jineoloji
sorunu görünür kılarken yol ve yöntemini de belirlemelidir. Kadın sorunu toplum
sorunudur diyoruz. Bu sorunu tarihsel-toplumsal boyutlarda ele aldığımızda her
dönem kadın sorununun tanımlanmasında, derinleştirilmesinde ve çözümsüz
kılınmasında düşünce yöntemleri nasıl bir role sahiptir? Bunun
netleştirilmesine ihtiyaç vardır. Örneğin, mitoloji kadın sorunun gelişiminde
nasıl bir rol oynamıştır, yine din, felsefe ve bilim bu konu da nasıl bir
işleve sahiptirler, bunun açığa çıkartılması temel yapılması gerekenlerdir.
Kadın sorunun da bu düşünce yöntemleri ne tür bir role ve işleve sahiptir
netleştirilmesi kadar, çözümü açısından bu dört yöntemin nasıl ele alınması
hususlarında netleşmek önemlidir. Başta da belirttiğimiz gibi bilgi anlamında
bir ayıklama şarttır. Jineoloji bu anlamda dört düşünce yöntemi üzerinde
geliştireceği ayıklama ile kadın açısından doğru bir bakış açısını kazanma
süreci olacaktır. Jineoloji, hakikate ulaşma da mitoloji, din, felsefe ve bilim
yöntemlerinin içerik ve biçimsel farklılaşmasının sürecini geliştirecektir.
Araçların farklılaşması, içeriğinde farklılaşmasına yol açtığı gibi yeni bir
alternatifi geliştirmeye yol açacaktır. Jineoloji bu açıdan yeni bir süreç
olarak da ele alabiliriz. Yeni bir zihniyet kuramı olacak olan Jineoloji bilime
de yeni yollar aldırtacaktır. Doğal diyalektik temelinde, evrensel-tikel
birlikteliği de yakalamış, canlı bir düşünce gücünün sürekliliği ile bunu
gerçekleştirecektir. Bu anlamda kadının yeni aydınlanma alanı olacaktır.
Kadını
sosyal bir gerçeklik olarak ele almak ve varlığını kendi gerçeğine denk
tanımlanır hale getirerek kendisine ait olmayanı ortaya çıkarmak, kurtuluşun
neye göre ve nasıl olması gerektiğini belirlemek gerekmektedir. Bu gerçekliği
karşılayabilmek açısından kadın olma özgünlüğünün bilimsel ifadeye
kavuşturulması cinsiyetçi bilim karşısında yeni bir adım, sistemle mücadelenin
doğrusal zemininin oluşturulması anlamına gelmektedir. Bu anlamda Jineoloji bir
bilim disiplini olarak önümüze konulmuştur.
Cinsiyetçi bilim anlayışına karşı: Jineoloji
Bilim,
evrendeki olay ve olguları sistemli araştırma, deneysel verileri ele alırken sezgiler,
varsayımları da dıştalamayan, düşünsel etkinliktir. Özünde felsefenin
kesinleşen bilgilere ulaşmış, küçük bir bölümüdür. Kendi içerisinde mantıklı
bir ilişkiler ve fikirler bütünlüğünü oluşturan her oluşum veya konu bilimin
konusudur. Bilim insanın çok canlı bir evren içerisindeki karşılıklı
etki-tepki, bağıntılılık ve değişim gücünün, gelişkin düşünce yöntemi
olmaktadır. Bilimin salt analitik akla dayanmadığı, çok uzun bir tarihsel ve
toplumsal gelişim ve yaşanmışlığın ürünü olarak kendisini var ettiği bir
gerçektir. Bu anlamda bilim toplumsal aklın kendisini değişim ve değiştirme
gücüne ulaştırmasının bir ürünüdür. Bilginin iktidar aracına dönüştürülmesiyle,
kendi köklerinden ve toplum-doğa bütünlüğünden koparıldığı bir gerçektir.
Bilginin iktidar aracına dönüşmesi ahlaktan kopuşu ile gerçekleşir. Bu kopuş
bilgiye en büyük darbeyi vurmuş ve gerçek özüne yabancılaştırmıştır. Bunun en
çok yoğunlaştığı, en çıplak halde kendisini ifadeye kavuşturduğu zemin bilim
olmaktadır. Bilim bu anlamda kadına karşı konumlanmış cinsiyetçiliğin en
yoğunlaştığı bir alan haline getirilmiştir.
Bilimin
cinsiyetçi yapısı, sadece kadını dıştalamak, ötekileştirmek ve yok saymaktan
ibaret değildir. Başta toplumsal doğa olmak üzere, evrene, doğaya ve tarihe
bakış açısında cinsiyetçiliğin farklı biçimler alarak yansıdığını görüyoruz.
Bilim adına bu kadar konuşulan bir çağda kadının böyle yeni bir ele alışa
yönelmesi ve mevcut sınırlarda kendi tanımı ve çözümünü bulamaması elbette
anlaşılmayı gerektirmektedir. Bilgi-iktidar ilişkisi, bu anlamda bilgi üzerinde
gelişen iktidarın tekeli, kadını erkek egemenlikli bakış çerçevesinde
tanımlamaya yol açmıştır. Dolayısıyla toplumsal cinsiyetçi bilim dünyasının,
kadın karşısında ki taraflı duruşu ayrı ele alınıp değerlendirilemez. Tersine
cinsiyetçiliğin alt yapısı, meşruiyet araçlarından en önemlilerden birisi
bilimciliktir.”Bilim cinsiyetçidir”. Cinsiyetçiliğin hiyerarşik çıkıştan beri
iktidar ideolojisi olarak içerik ve anlam bulduğu gerçeği çözümlenmiştir.
Dolayısıyla cinsiyetçiliğe dayanak olan bilim; erkek adına iktidar, kadın adına
kölelik, kimlikte tanımsızlık, başkalaşma, kendine yabancılık, yaşam adına,
çarpıklık üretmenin aracı olmuştur. Bilim kendisini tam bir erkek tanrı gibi
yapılandırmıştır. Sosyal bilimler bu anlamda toplumu egemen erkeğe göre inşa
etmenin, toplum mühendisliğini yapmaktadır. İçinden geçtiğimiz çağa aynı
zamanda bilim çağı denilmektedir. Ancak böylesi bir bilim çağında bilim kadını
kapsamamaktadır. Halen de bilimcilik temelinde gelişen cinsiyetçi veriler ile kadının
köleliği, erkeğin egemenliği meşrulaştırılmaktadır. Birkaç örnek ile bunları
güçlendirirsem;
Cinsiyetçi
bilim dünyasına göre, erkekle-kadının genetik yapısı %99 aynı ama %1’i farklı.
Cinsiyet farkını -ya da eşitsizliğini- bu yüzde bir fark yaratıyor. Bunun
önemsiz olduğunu düşünmeyin diyorlar. Neden diye sorulduğunda ise; maymunla
insanın genetik yapısı arasında da %1’lik fark var. Bu %1’lik fark yüzünden
biri maymun diğeri de insan oluyormuş! Yine bu genetik farklılık yüzünden erkek
“çoğul” kadınsa genelde “tekil”miş. Bu aynı zamanda şuna da yol açıyor. Yani
erkek birçok kadınla yaşayabilirmiş, aldatabilirmiş, bu onun doğasında var olan
bir şeymiş. Bu genetik fark aynı zamanda kadınla erkek arasında 45 tane
fiziksel fark yaratıyor. Erkeğin kalbi kadının kalbinden daha büyük, beyni de
kadının beyninden daha ağırmış. Yine erkekte şiddet hormonu baskın, kadın da
ise duygusallık baskındır. Şiddet daha baskın, üstündür dolayısıyla üstün olan
erkektir vb. bilimsellik adına ortaya konulan saçmalıklar, aynı zamanda bu
alanda yaşanan cehaletin de bir göstergesi olmaktadır. Tüm bu veriler aynı
zamanda bilimin bir erkek bilimi olarak geliştirdiğini de göstergesidir. Aynı
zamanda bir din olduğunu kanıtıdır da.
Tüm bu verilerle en fazla beslenen, meşrulaştırılan ve süreklilik kazanan
cinsiyetçilik olmaktadır.
Psikanalist Freud’un cinsiyetçiliğe katkısı
Freud,
psikanaliz yöntemi ile bilimin cinsiyetçiliğini daha fazla güçlendirip,
derinleştirmiştir. Özellikle birinci dalga feminist hareketlerin geliştiği bir
süreçte psikanaliz alanında cinsiyetçi verileri geliştirerek, bununla kadın
özgürlük mücadelesinin gerekçelerini ortadan kaldırmayı, çürütmeyi
amaçlamaktadır. Çünkü Freud, kadın köleliğinin biyolojik bir olgu olduğunu ve
bunun değiştirilemeyeceğini savunur. Freud’a göre kadın “Sakat doğmuş bir
erkektir”.
“Kadın
eksik bir yaratıktır, insan olarak tamamlanmamış bir hayvandır” diyen Platon’un
felsefe adına yaptığını, Freud bilim adına yapmıştır. Fallus-Vajina zihniyetine
saplanan Freud’un amacı kadın yaşamını, cinsellikle
sınırlandırmaktadır. O dönem feministleri, toplumsal yaşam açısından ilkleri yaratanın
kadın olduğu gerçeğine dönük önemli tartışmalarını yürütürken, kaleme de
alıyorlardı. Bunlardan birisi de ateşi ilk bulanın kadın olduğu görüşüydü. Elbette
bu görüş tarihsel veriler, arkeolojik kazılar vb temelinde tartışılabilir. Ancak
Freud, bu tezleri çürütme amaçlı ortaya koyduğu görüşleri ile bir kez daha
yalancı, gaspçı ve kurnaz erkek kültürünün bir devamcısı olduğunu da
ispatlamıştır. Neymiş; ateşi ilk bulan kadın değilmiş, çünkü kadının ateşi
işeyerek söndürecek bir penisi yokmuş! Bilim adına böylesine bir saçmalığın,
saplantının öne sürülmesi bile başlı başına şaha kalkmış erkeklik kültürün bir
ürünüdür. Kadınların yapısının öncelikle cinsel işlevleri ile belirlendiğini ve
bu etkinin çok kapsamlı olduğunu ısrarla öne sürer. Kadın olunca bunu çok
önemli bir etki olarak ele alır ve “kadın için insan altı bir varlık, anatomidir yazgıdır” der. Ataerkil bir kültür
içinde yetişmiş, yirminci yüzyıl bilimcisi, erkek etkin ve kadın pasiftir
diyerek tüm değerlendirme ve sözde verilerini erkek ve kadının biyolojik
özelliklerine dayandırarak öne sürer. Freud ve ardılları tüm bu
değerlendirmeler ile kadın köleliğini, erkek egemenliğini meşrulaştırarak bilim
adına cinsiyetçiliğe önemli bir ivme kazandırmışlardır. Kadın ve erkek
arasındaki biyolojik farklılığın, bir toplumsal farklılığa dönüştürülüp,
eşitsizliğin ve erkek egemenliğinin meşrulaştırıcı gerekçesi yapılması
neredeyse uygarlığın kendisi kadar eskidir. Her dönemde din, felsefe ve bilim
alanında egemen erkek kültürü kadınların ‘eksik’ ve gelişmemiş varlıklar
olduğunda hemfikirdiler. Bunun nedenini de hepsi dönüp dolaşıp aynı noktada
dile getiriyorlardı. Kadın doğası gereği sadece çocuk doğurmalı, diğer işlere
karışmamalı. Düşüncelerini, zekâsını, aklını geliştirmemelidir. Bu işler erkek
işleridir. Kadın bu alana girerse hem toplum hem de doğaya aykırı hareket etmiş
olur! Kadının aşırı cinsellik yüklü ve salt nesne-beden olarak görülmesinin
ardında yatan varsayımlardan biri buydu. Ve bilim bu varsayımı en fazla
güçlendiren alan olmuştur.
Bilim
yapısı, kadının mevcut statüsünden önemli oranda kadını sorumlu tutmaktadır.
Erkek biyolojisinde şiddet, kadında ise duygu hormonunun yoğunlukta olmasına
dayalı şiddeti etkin, duyguyu edilgen kabul eder. Sosyal rolleri de bu
tanımlamalar ışığında oluşturur. Cinsiyetçiliğin en güçlü bilimci dayanaklarını
sosyal Darwincilik yapmaktadır. Güçlü olan, güçsüzü yönetir; ezer, yer, yok
eder, bunu doğa kanunu olarak sunar ve kadın statüsünü bu sınırlarda tanımlar.
Kaldı ki şiddetin güçlü, duygunun zayıf kabul edilmesinin ideolojik alt yapısı;
saldırıyla tahakküm üretip özgürlüğü güçsüz gösteren iktidarcı zihniyetin
sözlük bilgisidir. Yine 17.yy.da bilim insanları kadınları kadavra olarak
kullanamıyorlardı, yasaktı. Bu nedenle ölen kadınları gizlice mezarlardan
çıkarıp inceliyorlar. Kadın bedenine dönük araştırma yapıyorlar. En fazla rahim
üzerinde duruyorlar, rahim ağzı üzerindeki kimilerinde katı kimilerinde esnek
olan girişi kızlık zarı olarak tanımlıyorlar. Böylece bekaret toplumsal yapıda
bir simgeye dönüştürülüyor. Toplumsal savaşlarda yaşanan fethetme, erkeğin
kadını ilk fethedeni olma hakkını da belirlemiş oluyor. Bu simge günümüz
toplumuna gelene kadar milyonlarca kadınını yaşam ya da ölüm hakkında
belirleyici bir konuma da sahip olmuş oluyor. Erkek bu simgenin kadında varlığı
veya yokluğu üzerinden kendini güç konumuna getiriyor. Dolayısıyla şu
tanımlamayı yapmak yanlış olmayacaktır. Kızlık zarı, bilimin erkeklere bir
armağanıdır. Oysa şimdilerde bekâret veya kızlık zarı olarak tanımlanan
herhangi bir organın ya da perdenin olmadığı bilimsel olarak da kısık sesle de
olsa dillendirilen bir konu. Buradan şu sonuca da gitmek yanlış olmayacaktır.
Bekâret, kızlık zarı erkek aklının ürünüdür.
Bilimin
cinsiyetçi yapılanması aşılmadan bilim alanında ciddi bir düzeltme, yenilenme
gerçekleştirmeden kadının toplumsal konumu tanımlanamaz. Bilindiği gibi sosyal
bilimlerde günümüze kadar özelde kadını bilim konusu yapan herhangi bir disiplin
veya dal yoktur; jinekoloji dışında.
Kadın bedeninin kontrolü için kullanılan bir dal: Jinekoloji
Jinekoloji
tıp dalları içerisinde en genç olanlarından birisidir. Doğal toplum ve
günümüzde de yaşayan birçok köy toplumunda kadın bilgeliği, binlerce yıllık
tecrübe ve kültüre dayalı olarak merkezileştirilmemiş, doğal bir dayanışma alanı
olarak gelişmiştir. Jinekoloji, kadının fizyolojisindeki hastalıklar ve
sorunlarla ilgili olarak tıp bilimi içerisinde bir dal biçiminde
kurgulanmıştır. Kadının doğurganlığı çerçevesinde, bedenindeki işleyişler ve
bunlarla bağlantılı sorunları kapsar. Çok doğal bir işlev olan doğurganlığın ve
bununla bağlantılı kadının bedensel fonksiyonlarının bu denli
tıplaştırılmasının sebepleri, kuşkusuz kadın bedeni üzerindeki kontrolün, aynı
zamanda toplumun demografik yapısının iktidarcı sistemin ihtiyaç ve
politikaları çerçevesinde düzenlenmesiyle bağlantılıdır.
Kadın
sağlığı adı altında doğum kontrolünün, devletin ve tıbbın elinde tekelleşmesi,
kısırlaştırma veya kadın bedenini adeta bir doğum makinesine dönüştürme,
egemenlikli sistemin etnik temizlik ve soykırım politikalarının ya da
milliyetçiliğin, ırkçı-şoven ulus-devlet politikalarının bir ürünüdür. Bu
çerçevede doğum sorununun toplumsal özgürlük ve kadın özgürlüğü sorunu temelinde,
özellikle kadının öz bilinci ve iradesi esasına dayalı ele alınması
gerekmektedir. Günümüzde rahim kanserinden tutalım özellikle son yıllarda çokça
ortaya çıkan meme kanseri ve daha birçok “kadın hastalıkları” diye adlandırılan
olgular, kadın doğasına aşırı kontrol ve egemenlik amaçlı müdahalelerden
kaynağını almaktadır. Oysa kadın doğurganlığı salt bir fiziksel-biyolojik bir
işleme indirgenemeyecek denli, toplumsal, ekonomik, kültürel, sosyopsikolojik,
kadın için maddi-manevi bütünlüğü olan bir anlama sahiptir. Kadın
doğurganlığının bir endüstri dalı gibi tıplaştırılması, toplumsal aklın ve
kültürün parçalanmasıyla beraber kadın kimliğinin yok sayılmasına neden
olmuştur. Kadın doğumu ve bununla bağlantılı olarak nüfus sorunu Jineolojinin
kapsamına girmektedir. Konuyu Jineoloji, toplumsal özgürlük ve bunun için
mücadele yöntemlerini ortaya çıkaracak, araştırma-incelemeyle ele alması
kaçınılmazdır. Çocuk dünyaya getirmeyi erkek egemen yaklaşımlar sonucunda,
etikten ve estetikten uzak, felsefik ve toplumsal temellerinden koparmak
oldukça tehlikelidir ve kesinlikle devletçi-ataerkil sistemle bağları vardır.
Bilimin yeniden tanımlanması
Bilim
rasyonalizmin gelişimi, yani kapitalizmin gelişimi ile birlikte ele
alınmaktadır. Öncelikle bilimin doğru tanımın yapılabilmesi için ilk gelişim
koşullarının ele alınmasına ihtiyaç vardı. Şimdi biz Neolitiğin tüm icat ve
keşiflerini nasıl tanımlayacağız? Neolitik ve öncesi toplumsallaşmanın yaptığı
icatlar için 16.yüzyıla denk icatlardır. Bu temelde de Neolitik ve öncesi
toplumsallığın, tüm yaratımlarını yeniden güçlü bir ifadeye kavuşturmak
Jineolojinin de en temel görevlerinden olmaktadır. Neolitik toplumda kadın
etrafında gelişen muazzam bir toplumsallık ve kültür vardır. Bitkinin keşfi,
ekilmesi, harmanlanması, toprağı işleme, biçme ve elde edilen ürünü saklayacak
araçları geliştirme en büyük bilimsel gelişmelerdir. Yine hayvanların
evcilleştirilmesi, yününden, sütünden yararlanılması, giysi başta olmak üzere
kilim vb. şeylerle birlikte yiyeceklerin temin edilmesi de buna dâhildir. Bir
buğdayın bulunması, onun kullanılabilecek düzeyde kültürlenmesi, sonra un
haline getirilmesi ve ekmek yapılması, yine ateşin bulunması ve kullanılması en
büyük bilimsel icatlardır. Ve tüm bu icatlar kadının binyıllık emek, deneyim ve
tecrübeleri sonucu sağlanılmıştır. Bugün yediğimiz, içtiğimiz ve giydiğimiz tüm
şeyler bu sürecin ürünleridir. Yaşam alanında tüm ham maddelerin temin edilmesi
ve kullanılması kadının süreklileşen bir emek zinciri ile gerçekleşmiştir. Tüm
bu icatlar, keşifler Jineoloji kapsamında yeniden güçlü bir bilimsel ifadeye
kavuşturulmasıyla bilimin kendi öz kaynağı da daha güçlü belirlenmiş,
tanımlanmış olacaktır. Bu anlamda hem Neolitiğin hem de kadının özgürlük
mücadelesi tarihini bilimsel verilere dayandırmak özgürleşme yolunda biz
kadınlara daha güçlü yol aldırtacaktır. Bu temelde Jineoloji, bilimin toplumsal
işlevi ve karakterini yeniden tanımlayarak bilimin özde ne olduğunu da ortaya
koyabilmelidir. Bunu gerçekleştirirken bilimi diğer düşünce biçimleriyle birlikte
ele alması gerekmektedir. Bir bütünlük ve diyalektik bir yaklaşım içinde
olmalıdır. Jineoloji tüm bunlara yeniden tanım ve anlamlar geliştirmek kadar,
kadının da varlık bilimini ve tarihini görünür kılacak çalışmalar yürütmesi
gerekiyor. Bu çalışmaları geliştirirken kadın varlığının felsefe ile bağlarının
kurulması, bu alanda şimdiye kadar açığa çıkan tüm çarpıtma ve karalamalara bir
cevap olacaktır. Bilimin felsefeden ve sezgilerden bu kadar kopartılması
bilimin tekelleşmesine yol açmıştır. Bilimin doğru ve toplumsal bir tanıma
kavuşturulması açısından da etik ve estetikle bağlarının yeniden güçlü
kurulmasına ihtiyaç vardır. Bu anlamda Jineoloji, bilimi erkek aklından
arındırıp bilimi toplum eksenine oturtacaktır. Bilim ancak bu temelde kendi
özüne, kendi kaynaklarına ve doğru tanımına kavuşacaktır.
En eski sömürgenin başkaldırısı: Feminizm
Feminizmi
de Jineoloji kapsamında ele almak tarihsel ve toplumsal değer ve mirasları
kapsamak açısından önemlidir. Zaten jineoloji kendisini öncelikle feminizmin yarattığı mirasa
dayandıracaktır. Bu alanda daha kapsamlı bir aydınlanmaya, eleştirisel
yaklaşımla birlikte ortaklaşmaya ihtiyaç vardır. Feminizm için “en eski
sömürgenin başkaldırısıdır” diyoruz. Feminizm yetersizliklerine,
yarımlılıklarına rağmen kadın sorunun görünür kılınmasında önemli bir role
sahiptir. Kadın olgusunu sınırlı da olsa aydınlatmıştır. Birinci, ikinci ve
üçüncü dalga olarak nitelendirilen feminist hareketinin mücadeleleri bu anlamda
önemli bir zemin yaratmıştır. Kadın sorununu ele alırken de önemli tespitlerde
bulunmuşlardır; “ilk ezilen sınıf, millet ve cins kadındır. Kadının sömürülmesi
toplumun da sömürülmesine yol açmıştır” demişlerdir. Kapitalist modernite de
işçilik açısından “Ücretli işçi köledir” tespitinde bulunmaktadırlar. Yaşamın
birçok alanına dönük önemli tespitlerde bulunmuşlardır. Ancak, kadına içerilmiş
köleliği karşılayacak bir özgürlük tanımı kadar onun örgütlülüğünü güçlü
geliştirmemişlerdir. Ataerkilliğin sınırlarını ve Batı merkezli demokrasilerin
ufkunu aşamama, sonuçta sisteme eklenmelerine yol açmıştır.
Ayrıca
Feminist hareketlerin kendi içinde parçalı olması da en fazla uygarlık
sistemine zemin sunmuştur. Kadın sorununa hem dar hukuki-siyasal eşitlik
yaklaşımı ile tanımlama hem de kendi içinde bu kadar parçalı olma en fazla
liberalizme katkı sunmuştur. Aslında liberalizm en fazla bu zemin üzerinde
gelişmiştir. Yine feminizmin toplumsal cinsiyetçiliği çözümlemelerinde pozitivizmi aşamayan, egemen
erkek ve devletli uygarlığı sistemsel bütünlüğü içerisinde çözümleyemeyen duruşu
mevcuttur. Jineoloji bunun nedenlerini,
verili kadın tanımlamalarıyla bağlarını da kurarak güçlü bir şekilde
çözümleyecektir. Bu temelde Jineoloji, feminizmi egemenlikli sistemin
etkilerinden ve sınırlarından arındırmanın, alternatif kadın özgürlük
perspektifini ve sistematiğini kurmanın da zemini olacaktır.
Jineoloji
feminizmi de kapsayarak kadının özgürlük, eşitlik ve demokrasi hareketinin
gelişiminde toplumsal sorunların çözümünde de başat rol oynayacaktır. Jineoloji
sadece kadın hareketlerine eleştiri ile yetinmeyecek, kadını yitik kılan
uygarlık ve moderniteye de yüklenecektir. Eleştirirken, alternatif kadın ve
toplum akımı, hareket ve sistem üretilmesine de yol açacaktır. Jineoloji bu
temelde anlamlı çözüm yollarını da geliştirecektir. Kadın özgürlük sorununun,
tarihsel-toplumsal perspektife kavuşturulmasında kadının toplumsal bir yoğunluk
olarak araştırılması ve bilimsel bir ifadeye kavuşması kadının özgürlük
mücadelesinde önemli bir çıkış sağlatacaktır. Jineoloji bir yönüyle de sistem içinde
marjinalleşen ve sistem içileşen feminist akım ve hareketleri bu çerçevede ele
alacaktır.
Aynı
zamanda kadın mücadelesi açısından önemli bir gelişim alanı olarak gelişen
akademik kadın çalışmaları söz konusudur. Elit kalmış olsalar da yoğun bir tartışma
ve araştırma içinde olan çok sayıda kurum, örgütlenme ve platformlalar
kapsamında gelişen önemli akademik çalışmalar vardır. Türkiye’de de değişik
çevrelerden oluşan akademisyenlerden oluşan grup öncülüğünde geliştirilen kadın
arşiv çalışmaları da geliştirilmektedir. Yine üniversiteler kapsamında kadın
kütüphaneciliği de geliştirilmektedir. Bu çevrelerde önemli araştırma ve
tartışmalar gelişebilmektedir. Kadın sorunu ve tarihine dönük önemli
araştırmaları, çözümlemeleri söz konusudur. Yine değişik birçok akademisyen
kadın var. Tüm bu çalışmalar önemli çalışmalardır.
Biz
uygarlık sistemini, iktidarı tartışırken hep şu tespiti yapıyoruz: İktidar,
kendini bir birikim üzerinde örgütlerken, kendisine süreklilik kazandırmıştır.
Ancak kadın, kendi değerleri açısından bu birikimi güçlü geliştirememiştir.
Günümüz açısından da en fazla zorlandığımız konuların başında gelmektedir. Hem
tarihsel hem de güncel açıdan Jineoloji açığa çıkan tüm bu çalışma, araştırma
ve emeklere anlam vererek toplumsallaşmasında rol oynayacaktır. Sadece Türkiye
açısından değil, Ortadoğu başta olmak üzere dünyada bu tür çevre, kurum ve
bireylerle güçlü ilişkileri, ortaklıkları geliştirmek Jineolojinin görevleri
arasında olmaktadır.
Şimdi
tüm bu çalışmaları, tecrübeleri, değerleri biz kendi değerlerimize nasıl
katacağız ya da tüm bu değerleri nasıl buluşturacağız, bu temelde nasıl, ne
biçimde bir örgütlülük yaratacağız.Tüm bu soruları cevaplama da Jineoloji’nin
kapsamındadır. Jineoloji tüm bunları kendi gündemine alarak, eleştirerek, değerlendirerek
kadın açısından, yeniden ortak platformları, çalışmaları geliştirmenin alanı
olacaktır. Farklılıklar kadar ortaklıkları da ele alan Jineoloji ortaklıkları
daha güçlendirmenin, derinleştirerek süreklileştirmenin zemini de olacaktır.
Özellikle Jineoloji çalışması öncelikli olarak akademik çalışma olduğunda tüm
bu çalışmaları daha güçlü sahiplenerek, kadın bilim çalışmasının ortaklaşmasını
sağlayacaktır.
“Demokratik modernite akademik kadrosuz gelişmez”
Jineoloji
bu tür çalışmalara büyük değer ve önem vermekle birlikte, farklı çevrelerle
ortak tartışma ve ortaklaşma zeminlerini ve platformlarını oluşturmayı
hedeflemektedir. Jineoloji akademik çevreler, bireylerle ilişkileri,
ortaklaşmaları geliştirmek kadar, kendi çalışmalarını örgütlemek açısından
alternatif kadın akademilerini geliştirmesi gerekmektedir. Alternatif kadın
akademi çalışmalarını ne kadar güçlü geliştirip, örgütlendirebilirse Jineoloji
çalışmaları öz ve kapsam itibariyle, toplumsal örgütlendirmesini gerçekleştirip
gelişecektir. Bu açıdan çalışmalar ele alınırken güçlü bir örgütlenme içinde
olmak önemlidir. Hem Jineoloji hem de Özgür Kadın Hareketi açısından akademik kadro
oluşturmak da gereklidir. Akademik kadro beyindir, özgür irade ve
örgütlenmedir. Yani entelektüel, ahlaki ve politik görevlerin bilincinde olan
ve bunları yaşamsallaştırandır. Jineoloji bu anlamda öncelikli olarak akademik
kadroyu geliştirmenin alanı olacaktır. Böylece özgür kadın militanlığının da
hızlı gelişimini sağlayacaktır.
Jineoloji,
köle kadın gerçekliği karşısında radikal bir tutum takındığı kadar, iktidara
koşan, iktidarcı zihniyete sahip olan kadın gerçekliği karşısında da radikal
bir mücadelenin zemini olacaktır. Güçsüz, iradesiz, zayıf kadın gerçekliği
karşısında, radikal mücadele kadar, bireyci, iktidarcı kadın gerçekliği
karşısında da radikal mücadele verecektir. Kadro duruşu, mücadelesi açısından
bir kez daha kabul ve red ölçülerinin ayrışmasının ve radikalleşmesinin alanı
olacaktır. Yani kadrolaşma, militanlaşma anlamında tüm bu çalışmalara, mücadeleye
Jineoloji ağırlık verecektir. Bunu temel mücadele gerekçesi olarak da ele
alacaktır.
Jineoloji
başta kadın bilim merkezleri olmak üzere kendisini, kadın siyaset merkezleri,
kadın estetik ensitütileri, kadın dil ve edebiyat fakülteleri, kadın kültür-sanat
akademileri, kadın sosyal bilimler akademileri, kadın tarih akademileri, özgür
kadın akademileri, kadın çocuk ve sağlık merkezleri, doğal şifa araştırma
merkezleri üzerinden kendisini örgütlendirebilir. Böylesi bir yapısallığa
kavuştuğu oranda güçlü bir işlevselliği geliştireceği de kesindir.
Kadın sorununun görünür kılınmasına dair yöntem ve yaklaşım
Jineoloji’nin
bir amacı da kadın sorununu görünür kılmaktır. Yine soruna nasıl bir yöntem ile
yaklaşım gösterilmesi gerektiğini belirtmek gerekir. Kadın kimliğini
tanımlarken öncelikli olarak toplumsal kimliği temelinde tanımlamak önemlidir.
Kadının varoluş kazanması, kendini tanımlaması erkeğe göre olmaz. Kadının var
oluş kaynağı toplumsal doğa ve doğal
toplumsallığa dayanmaktadır. Kadın, tarihin en kapsamlı toplumsal kimliğine
sahiptir. Dolayısıyla kadın karşıtlığı erkek değil, toplumu toplum olmaktan
çıkaran, onu kendisinden çalan, türlü zihniyet, yaşam ve yapısallık kazanmış
devletli-uygarlıklı sistem, zihniyettir. Bu kadar kapsamlı ve köklü olan karşıtlığı
bir çelişkiye indirgemek, sadece onda merkezleştirmek sorunu küçültmek,
darlaştırmak demektir. Kadın tarihinde yaşanan bu sorunu güncel olarak bizler
de yaşadık ve yaşıyoruz. Halen de cins mücadelesini bir toplumsal mücadele
olarak ele almada, buna göre güçlü bir bakış açısı, duruşu ve mücadelesi
kazanmada ciddi anlamda zorlanmaktayız. Hatta bizi başarılı mücadele anlayışı
ve tarzından alıkoymaktadır. Toplumu toplum yapan, onu kültürleştiren,
bedenleştiren, ona sürekli bir akış kazandıran kadındır. Bu temelde Jineoloji
bir kez daha kadın kimliğini doğru tanımlamak kadar, cins mücadelesinin de
doğru bir tanımlanması ve radikalleştirilmesinin alanı da olacaktır. Kadın
özgürlüğünün çok kapsamlı, derin teorik-felsefik ve toplumsal-tarihsel
kökleriyle çözümleyecek olan Jineoloji, kadın tarihinin, direnişinin ve var
oluşunun da yeniden tanımlanması olacaktır.
Jineoloji
tüm bu tanımlar, bilimsel veriler temelinde kendisini etik-estetik, ekonomi,
demografya, tarih, ekoloji, politika, epistemoloji, antropoloji, fizyoloji,
olmak üzere tüm alanlarda kendisini örgütlemeye çalışacaktır. Bunları bir
bütünlük içinde ele alarak sosyal bilimler alanındaki yenilenmeyi de bu temelde
yaşamsallaştıracaktır. Tabi tüm bu konular oldukça kapsamlı konulardır. Bu
alanlarda örgütlenme büyük bir emek, mücadele kadar uzun bir süreyi de
kapsayacaktır.Öncelikli olarak birkaç alanda başlatılacak olan çalışmalar
zamanla genişletilip, süreklileştirilebilir. Jineoloji kendisini bu dallar
üzerinde örgütlendirirken nasıl ve ne biçimde bir bakış açısıyla bunu
gerçekleştirecek,öncelikli olarak bu önemlidir. Bu tartışmaların sürekliliği
ile çalışma perspektifi de güçlü oluşacaktır.
Bu
temelde tek tek kapsadığı alanları ele aldığımızda;
Yaşamın güzelleştirilmesinde ve özgürleştirilmesinde etik- estetik :
Etik
ve estetik öncelikli olarak Jineolojinin
kapsamındadır. Neden dersek, çünkü Jineolojiyi tanımlarken bir kadın
bilimi aynı zamanda bir yaşam bilimi olarak da tanımladık. Kadın yaşam
karşısında her zaman daha sorumlu bir yaklaşım içinde olmuştur. Yaşamı kapsayan
özelliklere sahiptir. Bu nedenle yaşamın güzelleştirilmesinden,
özgürleştirilmesinden kadın sorumludur. Dolayısıyla etik-estetik alanında en
fazla kuram ve işleve sahip olması gereken, Jineoloji olmaktadır. Etik her
şeyden önce, doğru bir yaşamı aramaktır. Doğru bir yaşam nasıl yaratılır, hangi
değerler üzerinden geliştirilir? Etik, bu sorulara cevap geliştirerek doğru
yaşam bilincine, iradesine, gücüne kavuşturur. İnsanın, toplumun özgür bir
yaşama sahip olması açısından hangi değerlere sahip çıkılmalı, nasıl bir seçim
yapılması gerekir konularında bir aydınlatma kadar doğru bir karara ulaştırır.
Etik, özgürleşme yolunda var olan arayışlara, sorgulamalara süreklilik
kazandırarak insanın özgürlüğünü kısıtlayan, insanı yok sayan, köleliği dayatan
tüm zihniyet ve yapılanmalar karşısında tutum almaya yol açar. Yani insana doğru
bir yaşam bilinci kadar, mücadele bilinci, azmi ve kararlılığı da aşılar.
Estetik de, güzeli aramaktır. Bu temelde etik-estetik arasında nasıl bir ilişki
ya da bağ vardır? Doğru olan aynı zamanda güzel olandır, güzel olan da doğru
olandır.
Doğru
düşünen, doğru konuşan, doğru hareket eden aynı zamanda güzel düşünen, güzel
konuşan ve güzel hareket edendir. Etik-estetik ilişkisinin güçlülüğü toplumsal
alan açısından güzelleştirici, özgürleştirici değerler ortaya çıkarmıştır.
Ancak bu ilişkinin kopukluğu, yoksunluğu uygarlık sistemi ile birlikte
gelişince toplumsal alanda yaşanan; yozlaşma, çirkinleşme ve çölleşmedir. Kadın
açısından olduğu kadar, toplum açısından özün
biçim ile bütünleşmesi ve kendisini güzel düşünce, güzel söz ve güzel
davranış halinde ortaya koyması en büyük hakikat arayışı ve mücadelesi
olmaktadır. Öyle ise biz güzelliği de ele alırken etikten kopuk ele alamayız.
Çünkü güzel düşünmenin kaynağı, felsefedir. Felsefe, duygusal zekâ ile analitik
zekânın uyumlu ve dengeli birlikteliğini sağlayacak bütünlüğü ve esnekliği
ifade etmektedir. Bu anlamda felsefe kadın açısından sadece bilgi sevgisi
değil, aynı zamanda güzelliğin kaynağıdır.
Bugün
kapitalist modernitenin kadın açısından en sinsi ve kirli tuzağı güzellik adı
altında geliştirilen kozmetiktir. Kapitalist modernitenin kozmetik ve moda
endüstrisindeki yatırımcılar kadın bedenini kadavralara bölerek her parçasına
bir değer biçmektedir. Bu gün filmlerde ve televizyonda kadın bir meta aracı
olarak kullanılmaktadır. Tüm bu çirkin politikalar en fazla besleyen ve teşvik
eden önemli bir alan da cinsiyetçi medyadır. İşte her gün izlediğimiz, tanık
olduğumuz gerçekliklerdir. Bir araba, sakız, halı, telefon, şampuan artık neyin
reklamı yapılıyorsa karşımıza hep bir kadın çıkarılıyor. İşte güzellik
ölçülerini koyuyor, bilmem kaç boyunda, kaç kilo da olması gerekir diyor. Tüm
bu cinsiyetçi politikalarla kadının ruh ve beden sağlığı bozulmaya tabi
tutuluyor. Bu tür cinsiyetçi politikalar ile kadın bedensel olarak da zayıf
kılınarak birçok hastalığa yakalanmaktadır. Manken hastalığı bunlardan
birisidir. Yine günümüzde gündeme giren silikonlardan kaynaklı meme kanseri hep
dıştan kadın bedenine yönelik müdahalenin, başkalaştırmanın bir sonucudur. Bu
başkalaştırma kadını sağlıksız kıldığı gibi doğallığını aşındırmıştır.
Egemen
zihniyete dayalı mülkiyetçi anlayış ve yaklaşımla kadın etik-estetik
değerlerden uzaklaştırılmış, doğallığı da bu temelde aşındırılmıştır.
Doğallığın yerini, cinsiyetçi ölçüler almıştır. Bu nedenle kölelik ve egemenlik
kokan hiçbir davranış doğal olamaz. Doğallık, özgürlük bilinci temelinde biçim
almış davranıştır. Bu da etik-estetik birlikteliği, yaşamsallığı ile
gerçekleştirilecektir. Kadının bunu gerçekleştirebilmesi yani etik-estetik
bilinci ve davranışı kazanması açısından tüm mülkleştirici anlayış ve
yaklaşımlardan kendisini kurtarması gerekmektedir. Kadın kendisini bağımlılığa,
güçsüzlüğe, iradesizliğe özcesi köleliğe yol açan tüm anlayış ve yaklaşımlardan
kendisini arındırabilmelidir.
Kozmetik-moda
sektörü kadının bedenini, duygu ve düşüncelerini en fazla sömüren alanların
başında gelmektedir. Kadın bedeni en büyük ticaret tekeli alanına
dönüştürülmüştür. Tüm bu politikalarla kadın, en fazla da bedenine
yabancılaştırılmıştır. Bu cinsiyetçi, çirkin politikalar sonucu kadın kendi
bedeni ile uyumu yakalamada zorlanmaktadır. Örneğin; feminist hareketlerin
geliştiği süreçte, cinsiyetçi medya feminist kadınları aşırı erkeksi yansıtan
programlar, reklamlar geliştirdiler. Kadının gelişen özgürlük değerlerini
karalama, küçültme ve etkisizleştirme amaçlı geliştirilen çirkin politikalar
ile toplumda bir yargı yaratılmak istendi.Tüm bunlar bilinçli gelişiyor. Çünkü
iktidarın, ataerkilliğin sınırlarını, ölçülerini zorluyoruz. Bugün karşısında
Kürt kadının geliştirdiği örgütlü mücadele onu yaşamın her alanında olduğu gibi
kozmetik-moda sektörü alanında da tehdit ediyor. Bu nedenle çirkince
saldırıyorlar.
Toplumsal
cinsiyetçiliğin diğer temel bir amacı da; her alanda kadını hep erkeğe göre ele
almak, biçimlendirmektir. Bunu kozmetik-moda endüstri alanında da esas almaya
çalışmaktadır. Burada da temel amaç, kadını erkeğe beğendirtmektir. Egemen
erkeğin, beğeni ölçüleri temelinde biçimlendirmektedir. Bu biçimlendirme ne
kadar ustalıklı gelişirse bir o kadar ticaret tekeli güçlenmiş olacaktır. Kadının
kaşına, gözüne, beline, saçına, ayağına, eline, burnuna yani kısacası bedeninin
her bir parçasına bir değer biçilerek ele alınmaktadır. Kadın adeta bir süs
eşyası konumuna indirgenmektedir. Kadının, erkeklik kültürü içinde bu yönlü
biçimlendirmesi kadının sadece düşüncesi, duygusu değil bir bütün olarak
davranışsal olarak erkeğe göre olmasına yol açmıştır. Yani bu alanda kadının
kendisi için düşüneceği, duyumsayacağı, hareket edeceği bir şey yoktur.
Olabilmesi için bunun dışına çıkması gerekmektedir. Kadının, kimlik bilinci
temelinde bu alanda da güçlü bir mücadeleye ihtiyacı vardır. Jineoloji bu
temelde, etik-estetik alanında yaşanan tüm bu sorunları güçlü çözümleyerek
kadını yeniden kendi doğasına kavuşturmanın mücadele alanı olacaktır. Kadını
etik ve estetik alanında güçlü ele alarak, verili toplumun kadına kazandırdığı
güzellik tanımından, sıfatlarından da arındıracaktır.Güçlü bir felsefik bilinç
ve estetik anlayışı kazandırarak yeni bir özü ve biçimi geliştirmeyi
hedeflemeliyiz.“Güzel olan zekidir, zeki olan güzeldir” sözü bu temelde kadına
felsefik bilinç, estetik ölçü kazandırmanın büyük arayış ve çabası içinde olma
zorunluluğunu göstermektedir. Kadının ideolojik-felsefik bilinç kazanması için
çok yönlü, muazzam bir eğitim çabası, örgütlülüğü geliştirmek zorunludur.
Kadın
açısından felsefesiz yaşamak, hakikatsiz yaşamak demektir. Kadının kendi
hakikatini açığa çıkarması, ancak güçlü bir felsefik bilinçle mümkündür.
Hakikati bilince çıkarmak, anlamak ve ona yol almak için etik alanında
bilinçlenmeye ihtiyaç vardır. Felsefenin en temel çıkış noktası da verili olanı
kabul etmemekle başlıyor. İster sezgisel, ister merak, ister arayış, ister
sevgi, isterse bilinçli olsun felsefe, verili olanı ret etmekle başlıyor. Bu
anlayıştan yol çıkararak felsefe, yaşamımızda ne kadar hâkimdir, ne kadar
felsefik yaşıyoruz? Soruları biz kadınlar için oldukça önemlidir. Özgürlüğün
yaşamsal bir eylem olarak varlık kazanması, öncelikle kadının düşüncesinde,
duygusunda ve davranışında varlık kazanmasını gerektirir. Varlık kazanmayan
hiçbir etik değer, özgürlüğü sağlatmaz. Özgürlüğün bizlerde varlık kazanması
açısından etik ve estetik oldukça önemlidir. Jineoloji bu alanı toplumsal
yaşamın önemli bir parçası olarak ele alıp, kadının etik-estetik açısından
güçlü bir bilince ve örgütlülüğe kavuşmasını sağlayacaktır. Toplumsallaşmanın
kendisini geliştiren kadın, bu alanda da iktidarcı ideoloji olarak
cinsiyetçiliğin yüklediği tüm anlamsızlıklardan arındıracaktır. Bu arındırma
ile kadının bu alanda özgürlük değerlerini, ölçülerini daha da belirgin
kılacaktır. Kadını kendi var oluşsal gerçeğine daha da yakınlaştıracaktır.
Jineoloji etik ve estetik alanında yaşanan tüm sorunlara eğilerek kadın etik ve
estetik kuram ve örgütlenmeleri temelinde çözüm gücünü de açığa çıkaracaktır.
Toplumsal vicdan ve ortak akıl olarak etik, yaşamın güzelleştirilmesi, kendi
doğallığına kavuşturulması açısından estetik Jineolojinin en fazla uğraş
alanlarından birisi olacaktır. İyi, güzel ve doğru bir yaşamın nasıl olduğuna
ve nasıl gelişeceğine dair köklü yoğunlaşma ve perspektiflerin ortaya
çıkarılması gerekiyor. Etik ve estetik bilinci ve örgütlenmesi açısından
etik-estetik kadın biliminin dalları olarak geliştirilecektir.
Kadının doğal, toplumsal mesleği ve eylemi: Ekonomi
Ekonomi
de Jineolojinin temel bir parçası olarak ele alınacaktır. Yunanca “ev yasası”
olan ekonomi, toplumun temel demokratik eylemi olarak kadın öncülüğünde
geliştirilmiştir. Bu açıdan ekonomi, kadının doğal, toplumsal mesleği ve
eylemidir. Toplumsallaşmanın en temelde ana ve çocuk arasındaki ilişki
üzerinden gelişmesinden kaynaklı, hem kadının çocuğu karşısında hem de
toplumsal yaşam karşısında harcadığı emek, kadının statüsünü belirlemiştir.
Kadın öncülüğünde gelişen beslenme olanakları ekonominin başlangıcını
oluşturur. “ekonominin gerçek sahibi tüm işgal ve sömürgeleştirme çabalarına
rağmen kadındır” Kadının beslenme ile ilgili olanakları geliştirmesi,
ekonominin gerçek yaratıcı olmasına da yol açmıştır. Neolitik toplumda kadın
öncülüğünde geliştirilen ekonomi, temel ihtiyaçlar üzerinden üretildiği için
her hangi bir zararı ve tehlikeyi barındırmamaktadır. Ahlaki ve politik
toplumun ihtiyaçları temelinde geliştirilen ekonomi demokratik komünal
özelliklere sahiptir.
Kurnaz
ve güçlü adam ev ekonomisine bir hırsız gibi girerek, kadın öncülüğünde
geliştirilen tüm ekonomik değerleri talan etti. Tüm bu değerler üzerinden kendi
tekellerini oluşturarak ilk sermaye birikimlerinin tohumlarını bu alanda attı.
Artık ekonomi toplumun ihtiyaçlarına cevap olmaktan ziyade kurnaz erkek
şahsında devletin en büyük tekeli haline getirildi. Artı ürün ve artı değer
gaspı için sürekli, acımasız yöntemler geliştirildi. Kurnaz ve güçlü adam
sadece talanla yetinmedi, ekonominin gerçek sahibi olan kadını da ekonomiden
uzaklaştırdı. Uygarlık tarihi bir anlamda kadına ait tüm değerlerin çalındığı,
gasp edildiği tarihtir. Tabi kadının ekonomiden uzaklaştırılması toplumsal
anlamda ciddi sorunlara yol açmıştır. Ataerkil zihniyet kadını hem ekonomiden
uzaklaştırdı hem de yaşamın her alanında büyük emeğe sahip olan kadının tüm bu
emeklerinide yok saydı. Uygarlık sistemi içinde kadın gücü çoğunlukta işsiz
bırakılarak, eve hapsedilmiş, sürekli ev işleri ile sınırlandırılmıştır. Diğer
taraftan ise ev işleri işten bile sayılmamıştır. Dokuz ay çocuğu karnında
taşımak, doğurmak, beslemek, büyütmek yaşamın en zor işlerinden olmasına rağmen
iktidarcı-devletçi zihniyet bunu iş bile saymamıştır. Ev işleri için değeri
olmayan, beş para etmeyen işler olarak ele alınmıştır. Kadın emeği, uygarlık
sistemiyle birlikte inkâr edilecek ve erkeğin hegemonyası altında kâr ve baskı
aracına dönüştürülecektir.
Bu politikalar, tarihin hiçbir dönemiyle
kıyaslanmayacak yoğunlukta ve şiddette kapitalizm döneminde geliştirilmiştir.
Asla ekonomi olmayan, en fazla ekonominin canına okuyan kapitalizm kadın ve
ekonomi düşmanlığını her yerde ve her zamanda geliştirmiştir. Ekonomik sorun,
oldukça derinlikli tarihsel-toplumsal yönleri içermektedir. Emeğin gerçek
sahibi olan kadından, Marksistler de dâhil, hiçbir öğreti bu emekten ve haktan
bahsetmezler. Başta Rosa Lüksemburg olmak üzere kimi sosyalist feministler,
kadın emeği ve ekonomi üzerine önemli tespitlerde bulunsalar da bunlar güçlü
bir politik yaklaşıma dönüşmemiş, yaygınlaşıp, süreklileşmemiştir. Halen de bu
alanda gerekli çözümleme ve politik tutum yeterince geliştirilmemektedir.
Kadın
özgürlüğünü geliştirirken, kadının her alanda olduğu kadar ekonomi alanında da bir
bilince, iradeye kavuşması hayatidir.
Toplumsal alanda ekonomik olarak kendimize yetecek bir güce kavuşamadığımız
için kadın katliamlarının önüne geçmede yeterli olmuyoruz. Şiddete maruz kalan
kadınları koruyacak, ekonomik anlamda işlevli kılacak alanları yaratmış
değiliz. Bu tür alternatif çözümler olmayınca sonuçta egemen erkek kültürüne
muhtaç kalıyor ve onun kurbanı durumuna düşüyoruz. Kadını en fazla
bağımlılaştıran bu alanda politika sahibi olmamız özgür kadın hareketinin
toplumsallaşmasını önemli bir düzeye taşıracaktır. Çünkü ekonomi erkek
egemenliğinin, toplumsal cinsiyetçiliğin kendisini yaygınlaştırdığı ve
süreklileştirdiği önemli bir alandır. Kadın cephesinden bu soruna, derinlikli
yaklaşmak, yani sorunu tarihsel toplumsal boyutları ile ele alarak çözümlemek,
bu temelde politikalar geliştirmek önemlidir.
Jineoloji
ilk başta kadının analık emeği temelinde
emek-değer teorisini geliştirerek, kadını bu alanda güçlü politikalara
kavuşturabilmelidir. Bu temelde ataerkil zihniyetin, kadın emeği üzerinden
toplumda yarattığı cinsiyetçiliğin ortadan kaldırılması, demokratik temelde
yeniden gelişimi, paylaşımı ve örgütlenmeyi sağlaması temel mücadele
gerekçelerinden olacaktır. Bu mücadele ile emek üzerinden, ötekileştiren
farklılaştırmaların, yabancılaştırmaların, özünden kopuşun ortadan
kaldırılmasını sağlayacaktır. Ekonomiyi kadın eksenli yeniden ve doğru
tanımlayacak, gerçek işlevine kavuşturacak; tefeci, tüccar, para, sermayedar ve
devlet tekelinden alıp tekrardan kadın öncülüğünde, topluma ait kılmanın
değerlendirilmesi ve bilimsel kılınması Jineolojinin en temel görevlerinden
olmaktadır. Kendi kendine yeterli olabilecek bir ekonomik örgütlülükle ekonomik
yeterliliği sürekli olarak devlet ve iktidar güçlerinden beklenmesini kıracak
ve yeni toplumsal yapılanmaları bu temelde güçlü bir ekonomik bilinç ediniminde
önemli bir yeri olacaktır. Bu anlamda Jineoloji, ekonomi alanında yaşanan
iktidar kaynaklı sorunları doğru bir çözümleme gücünü ortaya koymak kadar, bu
sorunların aşılması ve alternatiflerinde yaratılmasını da kapsamak
durumundadır.
Dünyamızı en fazla tehdit eden bir sorun: Demografya
Jineoloji’nin
kendisini örgütlendireceği diğer bir alan da demografya (nüfus) alanı
olacaktır. Yaşadığımız çağın en temel sorunlarından birisi de bu alanda
yaşanmaktadır. Demografya sorunu bugün dünyamızı en fazla tehdit eden bir sorun
haline gelmiştir. Biz, şüphesiz demografya sorununu tartışırken, bunun
cinsiyetçi toplum ve kapitalist modernite ile bağlarını kuracağız. Çünkü
nüfusun çoğalmasını sağlayanlar onlardır. Uygarlık sistemi gelişiminden
günümüze kadar nüfus sorununa özel bir yaklaşım içinde olmuş, kârı-çıkarları
temelinde politikalar üretmiştir. Ulus-devlette hanedanlık ve aile kültürü,
yine bilinçli kışkırtılan ve şaha kaldırılan cinsellikle nüfus alanında çığ
gibi büyüyen sorunlara yol açmıştır. Bu sorun bugün sadece toplumu değil, aynı
zamanda doğayı da tehdit etmektedir. Toplumun ve çevrenin sürdürülebilirliliği
açısından en büyük tehlike durumunu arz etmektedir. Bu tehlike, tehdit kendi
başına bile, kapitalist modernitenin iflasını ele vermektedir.
Erkeğin küçük devleti: Aile
Modernitenin
maskesini düşüren kurum yine ailenin iflas durumudur. Bu iflas aynı zamanda
kapitalist modernitenin toplumla olan çelişkisinin, kriz ve kaotik durumun
derinliğini de göstermektedir. Kadın köleliği, toplumsal köleliktir diyoruz.
Neden? Çünkü kadın, hem toplumsallığın oluşumunda ve gelişiminde önemli bir
role sahip hem de toplumun bir parçasıdır. Dolayısıyla kadının köleliği
toplumun köleliği oluyor. Öyleyse kadın ve erkek ilişkilerinde çağımızda
yaşanan kaotik durumda kapitalist modernitenin çelişkisi ve kaotik durumunu
göstermektedir.
Uygarlık
tarihi boyunca aile devletin çekirdeği olarak inşa edilmiştir. Bu bağlamda
erkeğin küçük devleti olarak ele alınmıştır. Aile kurumunun uygarlık tarihi
boyunca bu kadar yetkinleştirilmesinin kaynağında, iktidar ve devlete büyük
zemin sunması, beslenmesi, süreklileştirmesi yatmaktadır. Bu zemin üzerinden
ailede erkek, toplumda devlet hâkimiyeti kurumlaştırılmıştır. Aile kurumu
içinde, erkek etrafında iktidar geliştirilirken kadında sınırsız bir sömürüye
tabi tutulmuştur. Kadın, evin ücretsiz bir işçisi gibidir. Kadının tek ve temel
işi çocuk doğurmak, bununla evde erkeğin, toplumda devletin iktidarını
büyütmektir. Bu açıdan aile, iktidar ideolojisinin en fazla işlevsellik
kazandığı bir kurumdur, tabi kendisi kurumlaşmış bir ideolojidir. Bu ideoloji
üzerinde kendisini en fazla kurumlaştıran hanedanlık kültürü olmuştur. Erkek
ailenin reisi, lideri olarak kendi hanedanlığını kurumlaştırır. Kadını ve
çocukları özel mülkiyet anlayışı ve yaklaşımı temelinde ele alarak, kendi
hanlığını bunun üzerinde inşa eder. Aile de ne kadar çok çocuk varsa erkek
kendi hanlığı ile o kadar gururlanır, böbürlenir. Birden fazla kadına yine çok
sayıda çocuğa sahip olmak erkekliğin aynı zamanda bir güvencesi olarak ele
alınmaktadır. Aslan erkek bununla onur duyar, kendisini güvende hisseder!
Erkeklik artık şahlanmıştır! Kendisini bu dünyanın imparatoru görür. Ancak
evdeki aslan dışarı açıldığında devlet karşısında da kedi kesilir. Tabi bu
tartışılması gereken diğer önemli bir konudur. “Kadın ve aileyi mevcut haliyle
uygarlık sisteminin, iktidar ve devletin altından çekin, geriye düzen adına çok
az şey kalır”. Çünkü uygarlık sisteminin temeli buna dayanmaktadır. Bu nedenle
devlet toplum üzerinde, erkek de kadın üzerinde sürekli tekeller oluşturarak
uygarlık sistemine süreklilik kazandırmıştır. Kadın bu anlamda, en eski ve
güçlü tekeli de ifade etmektedir. “Kadın en eski sömürge halktır”. Bu tekel
sonucu kadının payına düşen; sınırsız sömürü, sınırsız acı ve sürekli kriz ve
savaş halidir. Toplumsal cinsiyetçilik de kadını nesnelleştirerek, sürekli
iktidar konusu yapmıştır. Bu nedenle uygarlık tarihi boyunca kadın sürekli
tahrik ettirilme ve iktidarı çoğaltma konumunda tutulur. Kadının iktidar ile
ilişkisini bu temelde çözümlemek oldukça önemlidir. Her erkek, iktidar hırsını
kadında gerçekleştirme zihniyetine fazlasıyla sahiptir. Aynı zihniyet, kadın
cinsinin birbirleri ve çocuklar üzerindeki iktidar hırsı olarak daha da çoğalır
ve uygulanır. İktidarcı-cinsiyetçi zihniyet ve sistem içinde bunun da
derinlikli çözümlenmesine ihtiyaç vardır. Kadının iktidarla ilişkisini bu
kapsam üzerinde çözümlemek, hakikatini açığa çıkartmak açısından önemlidir.
Çocuk
doğurma, salt biyolojik bir olgu değildir. Oldukça kapsamlı kültürel ve
sistemsel bir olgudur. Fakat iktidarcı-devletçi zihniyet, kadını hem biyolojik
var oluş hem de iktidar ve devletsel var oluş için çocuk doğurma aracına
dönüştürmüştür. Kadının, kapitalist sömürü sistemindeki rolü çok daha açık ve
elverişli durumdadır. Sistem için ücretsiz çocuk doğurma ve büyütmekle her işe
koşturulur. Uygarlık sistemi içinde kadının fiziksel ve ruhsal çöküşü iç içe
gelişir. Bir kuluçka makinesine dönüştürülen kadın şahsında, bugün aile
yapılanmasının karşı karşıya kaldığı sorunlar oldukça köklüdür. Başta da
belirttik günümüzde aile iflasın eşiğine gelmiştir. Basından da takip ediyoruz
başta Batı olmak üzere birçok coğrafyada aile kurumunu yeniden öne sürme,
teşvik etme politikaları güncellik kazanmaktadır. ABD’de, Almanya’da bu yönlü
yeni yasalar geliştirildi. Aile kurmak, çocuk sahibi olmak için maddi olanaklar
seferber ediliyor. Kapitalist modernitenin kendisini süreklileştirmesi için
yeni nesillere ihtiyacı duyuyor. Bugün Almanya toplumun yarıdan fazlası
ihtiyardır, sistem kendini süreklileştirmek için genç nesillere ihtiyaç
duyuyor. Dolayısıyla aile kurumunu ve çocuk doğumunu çıkarları temelinde
tetikliyor.
Toplumsal
alandaki parçalanmanın sebebinin aile yapılanmasının parçalanmasından
kaynaklandığı öne sürülerek devletin protipi olan aileyi kurumunun mevcut
haliyle varlığını korumasını belirtiyorlar. Erdoğan her gün ‘ üç çocuk’
istemini bas bas bağırmaktadır. Tabi Kürtler hızla büyüyorlar. Bu kadar çetin
bir savaşa, verilen kayıplara rağmen Kürtler kendi soylarını bu alanda
süreklileştirmeye çalışıyorlar ki bu da sistem açısından en büyük tehlikeyi
ifade etmektedir. Bugün Kürt halkı açısından nüfus sorunu temel sorunlardan
birisini teşkil etmektedir. Bu hem Ortadoğu hem de Kürdistan açısından temel
sorunlardan biridir. Ulus-devlet kendi çıkarları doğrultusunda, istediğinde
kısırlaştırma;istediğinde ise bir kuluçka makinesine dönüştürme politikasını
geliştirmektedir. Nüfus planlaması adı altında, Kürt toplumunda dayatılan
kısırlaştırma politikaları oldu, tabi tüm bunlar sonuçsuz kaldı.
Soykırıma
maruz kalmış halklar açısından soya dayalı kendini büyütme, devamlılığını
sağlama da bir direniş ve savunma biçimi olarak ele alınmalıdır. Ancak bu
anlamı ortaya koymakla birlikte sonsuzluğun ve güç fikrinin çocuk üzerinden
değil, ahlaki ve politik toplumun gelişimine dayandırılmasını belirtmektedir.
Çocuk doğurmayı ve yetiştirmeyi bu önceliklerle bütünlük içinde çözümlemek
bizler açısından temel bir konudur.Kürdistan’da aileler genelde çok çocuklu.
Şimdi bu çocukların kültürel, ekonomik gelişimi de önemlidir. Sağlıklı
gelişimleri için gerekli koşulların oluşturulması gerekir. İçinde yaşadığımız
toplumsal gerçekliği ele aldığımızda bunun zemini yoktur. Kadın hareketi olarak
çok çocuk ve çocukların bakımı konusunda kimi toplumsal politikalar oluşturmuş
olsak da yeterli olmamıştır. Jineoloji bu alanda ne kadar radikal, alternatif
projelerin sahibi olabilir bu da tartışılması gereken bir konudur. Öncelikli
olarak çocuk doğurma ve yetiştirilmesini ekonomik ve ekolojik toplumun
ihtiyaçları ve özgürlük felsefesi temelinde çözümlemek ve çözmek gerekir. Bu da
Jineoloji’nin en temel görevlerinden birini oluşturmaktadır.
Erkekliğin en fazla kendisini sınadığı, şahlandırdığı bir alan:
Cinsellik
Cinsellik
uygarlık sistemi içinde en çok saptırılan konuların başında gelmektedir.
Canlıların varlık sorunlarından biri olan üreme, uygarlık ve modernite tarihi
boyunca içgüdüsellik olarak tanımlanmış, fakat bu tanımlama en ilkel bir soy
sürdürme yöntemi olarak geliştirilmiştir. Bu yöntem üzerinden cinsellik
toplumsal açıdan bir kanser gibi yayılmıştır. Toplumu körelten düzeyde ele
alınan cinsellik, iktidarında aracı konumuna çekilmiştir. Dolayısıyla bu
ilişkiyi toplumsal açıdan çözümlemek şart oluyor. Uygarlık tarihi boyunca kadın
şahsında toplumun iğdiş edilmesi en fazla bu alanda yaşanan sömürü ile
bağlantılıdır.
Tüm
çalışmalarında iktidar zihniyetini kapsamlı çözümlemelere tabi tutan
Foucault’un son kitabı olan Cinselliğin Tarihi bu konuda öğretici gerçekliğe
sahiptir. Foucault, `cinsellik sorunuyla birlikte ortaya atılan, her şeyden
önce bir iktidar sorunudur` diyor. Cinsellik erkekliğin en fazla kendisini
sınadığı, şahlandırdığı bir alan olmaktadır. Amerika’da okuyan bir kadın
ekonomik anlamda ciddi zorlanmaları yaşayınca internet aracılığı ile kendi
bedenini pazarlığa sunuyor. Bakire olduğunu da vurguluyor. Binlerce erkek
başvuruda bulunuyor. Kadını ilk ben elde edeceğim, onun sahibi ben olacağımı
anlayışı kof erkekliğin bir sonucu olarak gelişmektedir. Demek ki söz konusu
erkeklik olunca Ortadoğulu ya da Batılı olması fark etmiyor. Biçimsel
farklılıklar olsa da aynı zihniyet ve yaygınlaştırılan kültür aynıdır.
Jineoloji
toplumun en derin, en çok çarpıtılan ve iktidarın en büyük alanı haline
getirilen cinsellik sorununu gündemine alabilmelidir.Jineoloji tüm bu tespit ve
değerlendirmelerden yola çıkarak cinselliğin yeniden güçlü çözümlenmesini,
tanımlanmasını yapabilmelidir. Cinsellik, toplumsal alanda en yakıcı
sorunlarımızdan birisidir. İçimizde temel yaşanan sorunlarda biridir.
İdeolojik, örgütsel ve savaş anlamında hangi soruna el atarsak kesinlikle
bununla karşılaşırız. Ne görmezden gelebiliriz ne de yok sayabiliriz. Bugün
toplumda kadının cinsellik alanında yaşadığı sorunlara çözüm gücü olmak
açısından kendimizi derinlikli eğitme, yenilenme ve ölçüye kavuşturmamız
gerekmektedir. Bu konuda önemli bir gelişim kazansak da yetersiz olduğumuz bir
gerçek. Halen bu alanda var olan dogmalarımıza,tabularımıza güçlü yönelim
içinde değiliz.Kadın akademilerimizde bu tür tartışmaları güçlü
geliştirebilmeliyiz. Bu tartışmaları kapsamlı geliştirdiğimiz oranda zihinsel
anlamda daha fazla aydınlanmayı yaşayacağımız cinsellik alanında güçlü bir
kuramın sahibi olacağımız kesindir. En fazla kaybolduğumuz ve kendimizi en
fazla bulacağımız, kazanacağımız bir alandır. Toplumsal alanda kadın olarak
yaşadığımız tüm sorunları, nedenleriyle birlikte kapsamlı ele almak, çözüm
üretmek bizlerin de en temel görevlerini oluşturmaktadır. Jineoloji bu alanda
yaşanan sorunları da gidermenin alanı olabilmelidir. Cinsellik sorununu
uygarlık tarihi içinde çözümlemek kadar Neolitik toplum gerçekliğinde kadının
bu alandaki eğitici yaklaşımlarını, ölçüsünü de yeniden bilimsel ifadeye
kavuşturmak, Jineoloji’nin en temel görevlerinden olmaktadır. Jineoloji’nin bu
alanda ortaya çıkaracağı gerçekler toplumun ahlaki ve politik düzeyini,
toplumsal var oluşları daha gelişkin nitelikte sürdürme potansiyelini ortaya
çıkaracaktır. Toplum ve doğa karşısında büyük sorumluluklara sahip olan
kadının, toplumu ve doğayı tehdit eden demografik sorunu çözmesi de temel
sorumluluklarındandır. Kendisine bunu amaç belirleyen Jineoloji, kadının verili
yapılanmasını aşmada, yaşamın her alanında özgür düşünce ve irade ile
katılmasını da gerçekleştirmeyi sağlayacaktır. Jineoloji bu alanda kadının söz
ve irade sahibi olması açısından ahlaki ve politik bilincin gelişiminde önemli
bir rol oynayacaktır.
Kadın kölelik tarihi bilinmiyor, özgürlük tarihi de yazılmayı bekliyor
Jineoloji’nin
en fazla üzerinde duracağı, geliştireceği diğer bir alan da tarih bilimidir.
Tarih deyince değişik yorumlar ve tanımlarda gelişmektedir. Ancak ortaklaşılan
bir görüş; `tarih varoluşun, gerçekleşen sürecin yorumudur.` Ne kadar farklı
varoluşlar varsa, o kadar tarih de olacaktır. İnsanın olmakta olanın yani var
olanın yerine olması gerekeni düşünebilmesi için mutlaka daha önce olanı,
yaşanılanı bilmesi gerekir. Bu anlam üzerinde kimi filozoflar insanı tarihin
bir çocuğu olarak adlandırmaktadır. İnsan biraz daha derinliğine düşündüğünde,
ister farkında olalım ister olmayalım kesinlikle böyledir, hepimiz tarihin
çocuklarıyız. Geçmişi bilmek, yani tarihi bilmek geleceğe her zaman yön vermiştir.
Yaşanan tarihin bilinmesi, yorumlanması gelecek açısından insanı her zaman
güçlü perspektiflere kavuşturur. Dünün bilinci, sadece bugünün değil yarının da
bilinmesine, görünmesine yol açıyor. Bugün yaşadığımız an, yüzyıllar boyunca
sürmüş olan mücadelelerin, emeklerin bir sonucudur. Bu emekler sonucu tarih,
geleceğe açılan bir penceredir. Tarih sadece var olanları, yaşanılanları
bilince çıkarmak değildir, aynı zamanda nasıl yaşamamız gerektiği konusunda
bizi aydınlatan en temel kitaptır, bir hayat kitabıdır.
Tarih
bilinci varlığımıza anlam katmamızı sağlayarak, bizi köksüzlükten kurtararak
güçlü bir hafızaya sahip olmamıza yol açar. Tarih bilincimiz, felsefemiz ne
kadar güçlü olursa hafızamız da o kadar
güçlü ve diri olur. Tarihin önemine sıkça vurgu yapsak da önemli olan tarihe
nasıl baktığımızdır. Uygarlık güçleri tarih ve toplumu hep devletlerin inşa,
yıkılış ve bölünme sorunları etrafında incelemiştir. Böylesi iktidarcı bakış,
tarihin bir uygarlık tarihi olarak ele alınmasına, meşrulaştırılmasına yol
açmıştır. Bu tarihsel bakış açısının körlüğe, sığlığa yol açtığı gibi tarihsel
gerçekliklerin perdelenmesine de yol açmıştır.Tarihe yaklaşım açısından şimdiye
kadar var olan yöntemleri, bunun yol açtığı sonuçları kapsamlı çözümleyerek,
alternatif yöntemler geliştirerek de bunu aşmalıyız. Tarihe ne düz çizgisel bir
yaklaşım içinde olmalı ne de kendi başına beklenen amaca doğru ilerlemek olarak
ele almalıyız. Yani aşırı göreceliğe de boğmamalıyız. “Tarih ne kendi başına kötülük kaynağı, ne de
er geç iyilik sunucudur” belirlemesi
toplumun kendisinin muazzam bir çözüm kaynağı olarak ele alındığını
gösterir.
Tarihsel-toplumsal
açıdan doğru bir bakış açısına sahip olunursa insan toplumsallığı güzel
yaşamayı, anlamlı yaşamayı mümkün kılabilir. Tarih aynı zamanda bir bütündür ve
bu bütün içinde her bir parçanın yeri ve değeri vardır. Tüm küçük
toplulukların, normal insanların hatta bireylerin de bu tarih içinde değerleri
vardır. Doğa bu anlamda bir değere sahiptir. “Hep tarih toplumda, toplum da
tarihte yansıdığı gibi toplum bireyde, birey de toplumda yansımasını
bulmaktadir”. Tüm bu parçalar bir bütünü oluşturur. Bu nedenle her parçayı
incelerken, bütünden ayrı ele almamak önemlidir. Kapitalist modernitenin en
temel hastalıklarından olan Pozivitizm tarihi de parçalara bölerek bütünselliği
zedelemiştir. Bu hakikati perdelemiş, gerçeği katletmiştir. Oysa bütünlüğü
içinde bakılmayan hiçbir olgu, olay ve süreç doğru tanımlanamaz. Bu nedenle
tarihin diyalektik bağını iyi bilmek ve bunun üzerinden yorumlar geliştirmek
önemlidir. Doğru tanıma kavuşmuş bir tarih yaklaşımıyla toplumsal varlığı ve
doğayı da doğru tanımlamak hayati oluyor. Bu anlamda, tarihe bakarken
determinist, pozitivist bakış açılarından arınmak kadar tarihi zaman ve mekânla
birlikte ele almak, yorumlamak önemlidir. Tarihi tüm dönemleri bu bağlamda
çözümlemeden uygarlık tarihini bütünlük olarak anlayamayız. Eğer yazılan
tarihten çok yazılmayan tarihi bilmek, öğrenmek ve algılamak istiyorsak adı
dile gelmeyen mekânları, zamanları bilmek, dile getirmek önemlidir.
Uygarlık
tarihi boyunca kadınlar hep tarih dışı bırakılarak, yok sayıldılar. Tarihi hep
yazan, araştıran erkekler olduğundan onlar sadece egemen erkek tarihini yani
ataerkilliğin tarihini yazdılar. Kadının tarihi karanlıkta bırakılarak toplum
karanlığa mahkûm edilmiştir. Tabi tarih dışına itilenler sadece kadınlar
değildi. Tüm ezilen kesimler, köleler, köylüler, proleterler de tarih dışında
bırakıldılar. Dolayısıyla bu anlamda tarih sadece uygarlık güçlerine ait olan
bir tarih olmuştur. Ancak tarihin gerçeği, hakikati bu değildir. Böyle
olmadığını yenilenen tarih bilincimiz, felsefemizle daha iyi kavrıyoruz. “Kadın
kölelik tarihi bilinmiyor, özgürlük tarihi de yazılmayı bekliyor”. Bu anlamda
Jineoloji kadının kölelik tarihini aydınlatmak kadar kadının özgürlük tarihinin
yazılacağı bir alan olacaktır. Kadın açısından tarih bilinci, felsefesi
önemlidir. `Niçin tarih` dediğimizde, `kendimizi bilmemiz, tanımamız için.`
diyoruz. Çünkü tarihi bilmeden, tanımadan kendimizi bilip, tanıyamayız. Güncel tartışmalarımızda
en fazla üzerinde durduğumuz konuların başında tarih gelmektedir. Çünkü kadının
en fazla kimliksizleştirildiği, hafızasızlaştırıldığı bir alan olmaktadır.
Kadın kimliğini yeniden kazanmak bu temelde güçlü bir hafızaya da kavuşmak
açısından tarih bilimi alanında aydınlamak önemlidir. Kadınlar olarak gerek
tarihsel gerekse güncel olarak yaşadığımız tüm sorunları çözmek istiyorsak bize
yine gerekli olan tarih bilincidir. Her zaman tarih bilincinin önemine
değinerek, küçük-büyük attığımız her adımı tarihle bağlantılı ele alıp
çözümlemeliyiz. Her tartışmanın, her davranışın başına mutlaka bunu
oturtmalıyız. Tarihini bilmeyen her zaman köle kalmaya mahkûmdur, her zaman
tarih konusunda eğitime, araştırmaya ve yorumlamaya dair yaklaşımımız olmalıdır.Bu
anlamda tarihte var olan değerler kadar yitik olan tüm değerler gün yüzüne
çıkartılarak aydınlatılmış, hak ettiği değeri bulmuştur. Tarih tüm değerlerin
ortak ifadesi olarak ortaya konulmuştur. Jineoloji, bizleri daha güçlü bir
tarih bilincine, felsefesine kavuşturmanın alanı olabilmelidir. Tarihe bakış
açısından bizlerin de en temelde yaşadığı ciddi sorunlar vardır.Halen tarihe
bütünlüklü bir bakış açısı geliştirmekte zorlanıyoruz. Pozivitizm bu anlamda
bizde güçlülüğünü korumaktadır. Oysa ki en tehlikeli bakış açısı da; olgu, olay
ve süreçlere tekil zihniyetle daha doğrusu parçalanmış zihniyetle bakmaktır.
Genel olduğu kadar, kendi tarihimize bakış açımızda da bu baskın gelebiliyor.
Eğer halen birçok sorunumuzun tekrarından bahsediyorsak önemli bir nedenini de
böylesi bir bakış açısı oluşturmaktadır. Kadın tarihini ele alırken halen bir
takım olgu ve olayların etrafında dönüp duruyoruz. Yine bireylere takılıyoruz.
Her
dönemde büyük emeklere sahip olan kadınları açığa çıkarabilmeliyiz. Bunlar
önemli değerlerdir. Ataerkilliğin yok saydığı, tarih dışına attığı tüm kadın
kimliklerini, değerlerini açığa çıkarmak, kendi değerlerimizle ortaklaştırmak
önemlidir. Bunları açığa çıkarırken bir bütünsellik içinde ele almamız
önemlidir. Özellikle diyalektik bir bağ içinde çözümlemek, var olanı eleştirmek
ve açığa çıkanı da bu temelde anlamlandırmak gerekmektedir. Yani Hipatya’ yı
tanıyalım. Bir kadın filozof olarak onun da tarihe kattığı ancak ataerkil perde
ile örtülenen değerleri vardır. Tüm bu perdeleri yırtalım. Ancak buna yol açan
nedenleri çözümleyelim, yorumlayalım. Bunu yaparken Mısır’da, Hindistan’da,
Roma’da, Amerikan ormanlarında yüzlerce, milyonlarca katledilen, diri diri
mezara gömülen kadınların hikâyelerini de bilelim, değerlendirelim. Kadının
tarihte kayboluşunun derin acısını da hissedelim. Eğer canlı bir tarih bakış
açısına sahip olursak tarihten sürekli öğrenme, anlama çabası içinde olarak
günümüzü anlamlı kılabilir, geleceğimize yön verebiliriz. Bunu yapmaya da
çalışıyoruz. Ama yarımlılıklarımız, yetersizliklerimiz çok. Öyle olmasaydı on
yıl önce yaşanan, adı konulan birçok şeyi yaşar mıydık? Sanki yeni tespitlerde
bulunuyormuşuz gibi çoğu kez böyle yaklaşanlarımız da oluyor.Kendi tarihimizi
doğru bilince çıkarmazsak kendi kimliksel duruşumuzu da güçlendiremeyiz. Doğru
bir tarih bilinci bize her zaman mücadele azmi, inancı kadar, kararlılığı
aşılar.Tüm bu tartışmalar her alanda olduğu kadar tarih alanında bizleri doğru
bir bakış açısına kavuşturabilmelidir. Tarih bilimi, felsefesi konularında
yetersizliklerimiz var.Bu çalışmaları süreklileştirerek derinleştirebilmeliyiz.
Hem tarihe bakış açımızı güçlendirmemiz açısından hem de kendi tarihimizi daha
güçlü bilimsel ifadeye kavuşturmamız açısından önemlidir. Oysa bu tarihi yaşayanlar, kendi tarihlerini
de yazabilmeliler. Tarihi ele alırken tüm bu yaklaşımları kapsayan ancak olması
gerekeni ortaya koyan bir yaklaşım olabilmelidir.
Mutlak
doğrular yoktur sadece doğruların yorumlanması vardı. Tartışmaların olması,
yorumların güçlenmesi önemlidir. Ama biz virgül değil genelde nokta koyuyoruz,
böyle olunca da tartışmalarımızı süreklileştirip derinleştirmiyoruz. Jineoloji
tüm bu sorunları gündemine alabilmelidir, alması da gerekiyor. Bununla birlikte
önemli olan bir yön de hem genel hem de Kürt kadını açısından güçlü tarihsel
materyallere sahip değiliz. Bu da ciddi bir sorun olarak gündemimize
girmektedir. Kürdistan tarihine ilişkin ne araştırma yaparsak yapalım öncelikli
olarak İngilizlerin materyalleri karşımıza çıkıyor. Bunu söylerken Kürt
aydınlarının da bu alandaki araştırmalarını yok saymıyoruz. Ama gerçekten
birkaç bireyi geçmeyecek düzeydir. Ancak Ortadoğu özellikle Kürtler üzerinden
en fazla kitap yazan İngilizlerdir. Tabi bunun nedenleri bizler açısından
anlaşılırdır. İngilizlerin yazdığı tarihten, ne kadar doğru bilince
ulaşabiliriz. Ancak bu alanda bizler ne kadar araştırma-inceleme çalışması
yürütüyoruz, tartışılmaya değer. İdeolojik, kültürel yani sosyolojik olarak
belli yorumları, değerlendirmeleri geliştirme yaklaşımlarımız olsa da hem Kürt
tarihi, bununla birlikte Kürt kadın tarihine dönük ciddi araştırmalarımız gerçekleşebilmelidir.
Antropoloji
alanında en fazla uğraş gösteren erkeklerdir. Buradan hareketle antropolojiyle
hem eski toplumların doğru tanımlanması, hem de kültürel antropolojiyle
toplumsal gelişimin temel öğelerinin anlaşılması açısından ilişki içinde olmak
Jineoloji açısından da bir ihtiyaçtır. Bunu yaparken sosyal bilimlerin kendi
dalları arasındaki kopukluğu gidermenin ve alanı bütünlüklü hale getirerek
insan ve toplum gerçeğini bütün yönleriyle tanınır hale getirmenin temel
çalışması olacaktır. Dolayısıyla bu anlayışa dayalı bir bilgi disiplininin
gelişmesi sosyal bilimin mevcut çıkmazını aşmaya yol açacaktır. Dolayısıyla
Jineoloji sadece kadınla ilgili değil, kadın eksenli bakışın bilimsel temele
kavuşmasıyla tüm toplumun sorunlarını, esasta da yaşamın anlamını içeren bir
nitelikte olarak, tarihi ve güncelliği içerisinde kadının sistemli bir bilinç
örgüsüne kavuşmasının alanı olacaktır.
Hakikat insan toplumsallığı
olduğu kadar, doğanın kendisidir: Ekoloji
Doğal
varoluşun ve yaşamsal etkinliklerin düşünce hareketi ve üretimi olarak tüm
felsefik akımların sentezi olan ekoloji de Jineolojinin temel alanlarından
birini oluşturacaktır.
İnsan
toplumsallığında yaşanan bozulma ve bunun doğada yol açtığı yıkım, bugün
kaldırılamayacak düzeye gelmiştir. Ekolojik alanda büyük bir kriz ile karşı
karşıyayız. Bu ekolojik krizin nedenlerini ne sadece teknoloji de ne nüfus
büyümesinde ne de doğaüstü bir gücün insanları cezalandırmasında aramalıyız. Bu
krizin nedenleri biraz araştırıldığında, altından doğaya hükmetme anlayışı
çıkıyor. Bookchin’in de dediği gibi, “Bugünkü ekolojik krizin köklerini bulmak
için sadece tekniğe, demografiye, büyümeye ve sağlıksız refaha bakmak yetmez;
bunların altında yatan ve insan toplumunda- sadece burjuva, feodal ve antik
toplumda değil, genel olarak sınıflı toplumda değil, bizzat uygarlığın
şafağında- hiyerarşi ve tahakkümü üretmiş olan kurumsal, ahlaki ve tinsel
değişmelere çevirmeliyiz gözümüzü” demektedir. Günümüz açısından kabul edilen,
ekolojik yıkıma neden olan iktidarcı-devletçi zihniyet yapısının tarihte bir
bozulma ve sapma olarak gelişmesi ve kapitalist sistemde de zirveye
taşınmasıdır. İnsan özgürlükçü, eşitlikçi bakış açısını yitirdikçe, egemenlikçi,
baskıcı, yalan ve talana dayalı bakış açısının gelişmesi sonucu yaşanan
toplumsal sorunlar ortaya çıkmış bu aynı zamanda doğa karşısında da ciddi
sorunlara yol açmıştır. İnsanın, insana tahakkümü ile insanın doğa üzerinde
tahakkümü de başlamıştır. Bu konuda Eko feministler de önemli bir tespitte
bulunmuşlardır. Dünyayı kurtarmak için ekolojik devrim şarttır diyen bu
feministler, kadın ve doğa sorununun nedeni, erkek egemenlikli zihniyet ve
sistemdir demektedirler. Kadın üzerindeki tahakküm, doğa üzerinde tahakküme de
yol açmıştır diyerek, ataerkil zihniyetin doğada ne varsa tükettiğini de
belirtiyorlar. En çok kadın ve doğa benzerliği, yakınlığı üzerinde
durmaktadırlar. Tüm bu tespitler ışığında, ekoloji sorununa yol açan, beş bin
yıllık ataerkil zihniyet ve ona dayalı yapılanmalar olduğu somutluk
kazanmaktadır.
Doğa,
kadının yaşamdan ve özgürlüğünden uzaklaştırılmasıyla birlikte, insandan
uzaklaştırılan, denetim altına alınan bir alandır. Doğanın bir parçası olarak
insan, ondan kopmakla kendisine de yabancılaşmıştır. Böyle bir insan zihniyeti
ve ona dayalı yaşamı, evren-insan denklemden de çok uzaklaşmıştır. Böyle bir
idrakten yoksunluk, varolan yabancılaşmayı derinleştirmiş, doğayı tahrip
etmiştir.
İnsanın
kendine yabancılaşması, topluma yabancılaşması aynı zamanda doğaya da
yabancılaşmasına yol açtı. Bu yabancılaşma, bir sapmanın ürünüyse Jineoloji,
kadın-doğa, insan-doğa bağını tanımlayabilmelidir.
Neolitik
toplumda insan ve doğa ilişkileri oldukça canlı ve bu temelde bir süreklilik
taşımaktaydı. Toplumsallaşmanın her gelişim aşamasında, doğanın büyük bir
etkisi söz konusudur. Bu nedenle toplumsallaşan insan, toplumsallaşan doğadır,
denmektedir. “Doğa kendisini insanda dile getirmektedir” . Toplumsallaşarak
kendi farkına varan insan, özünde kendi farkına varan, kendisini insanda
anlaşılır kılan doğadır. Bu anlamda insan toplumsallaştıkça, doğayı da
dönüştürür, onu da toplumsallaştırır. İnsan toplumsallığı, doğada yansımasını
bulurken, aynı temelde doğa kendisini insan toplumsallığına yansıtır. Doğa; kendi
renklerini, potansiyelini ve dinamizmini, insan ve topluma yansıtır. Kendi
gücünü, toplumun gücüne katar. Bu temelde doğa ne kadar yetkin ve doğru
kavranırsa insan da toplum da bir o kadar doğru ve yetkin kavranır.
Kadınlar
olarak kendimizi, aynı zamanda demokratik-ekolojik topluma dayandırmalıyız.
Dolayısıyla ekolojik sorunları en temelde gündemine alan ve çözümler
geliştirmesi gereken güçlerden birisi olmaktayız. Doğa ve toplum arasındaki
farklılıkları ve bağlılıkları gözeten, ekolojik bilinç temelinde yeniden bir
kuram geliştirmek de Jineolojinin temel görevi olacaktır.
Farklılıklar
çağından geçerken doğadaki farklılığa, renkliliğe, ahenge ve düzene denk bir
yapılanmayı geliştirmek önem taşımaktadır. Özgürlük de bir anlamda farklılık,
çeşitlilik, renklilik ve çoğulculuk demektir. Doğa bu konuda, muazzam bir
zenginliğe sahiptir. Bu zenginliği görmek, bilmek ve hissetmek önemlidir. Bu
açıdan doğaya yaklaşımımızda, ağırlık kazanan hangi bakış açısı olmaktadır, bu
önemlidir. Doğaya yaklaşımda, özgürlükçü bir bakış açısı esas alındığında doğa
ile bir uyum-ahenk, sürekli birbirini besleyen bir ilişki içinde olunur. Biz
bunu Neolitik toplumdan da biliyoruz. İnsan kendisini doğanın bir parçası
olarak ele alıyordu. Bu nedenle doğada var olan her şeye bir anlam yüklüyordu.
Anlam yüklü duygusal zekâ ile doğadan insana, insandan doğaya sürekli bir akış
söz konusuydu. Jineoloji, bu akışın yeniden sağlanılacağı alan olacaktır. Bu
esas üzerinde ilk başta ekolojik krize yol açan iktidarcı-devletçi zihniyeti ve
ona dayalı yapılanmaları kapsamlı bir çözümlemeye tabi tutacaktır. Özellikle
insan-doğa, kadın-doğa ilişkilerine yeniden bir tanım ve anlam yükleyecektir.
Toplumsallaşmanın
ilk aşamalarını tartışırken toplum açısından kadını hep ilk öğretmen olarak ele
alırız. Bu doğru bir tespittir. Ancak kadının bir öğretmeni vardır, o öğretmen
doğadır. Kadın birçok buluşu, anlamı, doğayı gözlemleyerek yaratmıştır.
Jineoloji de ekoloji alanında araştırma yaparken, evreni, toplumu tanımlamaya
çalışırken, muhakkak temel kaynak olarak kendine doğayı alacaktır. Bu kadına
daha güçlü bir ekolojik bakış kazandıracaktır. Ekolojik bakışı geliştiren
kadın, aynı zamanda etik-estetik anlamında bir güce ulaşacaktır. Bununla
birlikte kadına, sanat ve kültürel anlamda güçlü bir bakış ve duruş
kazandıracaktır. Tüm bunların gelişimi için de Jineoloji ilk başta iktidarcı
zihniyeti kendi cephesinde güçlü bir çözümlemeye tabi tutması gerekiyor. Bu
zihniyet aşılmadan doğru ve yetkin bir ekolojik bakış açısı da kazanılamaz.
Kadın ekolojik bakış açısı kazandığı oranda, analitik ve duygusal zeka
birlikteliğini de daha güçlü yaşamsallaştıracaktır. Zekâ anlamında daha esnek,
anlam yüklü bir gelişimi yakalayacaktır.
Hakikat
insan toplumsallığı olduğu kadar, doğanın kendisi ise; Jineoloji bu anlamda hakikati yeniden açığa
çıkarmanın ve ona ulaşmanın en büyük mücadele alanı olacaktır.
Politikasız kadın kaybetmeye mahkumdur
Jineoloji’nin
önemle üzerinde duracağı bir alan da politika olacaktır.
Kadının
varlık gerekçesini oluşturan, ahlaki ve politik yapılanmasıdır. Ahlak kadının
kendini özgürce var etme kuralı, politika ise onu uygulama gücüdür. Politikanın
temel rolü de ahlaki kuralları sağlama ve temel zihniyet ihtiyaçlarını
gidermede yol ve yöntemi sürekli tartışarak yaratma kararlılığıdır. Kendini tanımayan,
kendisiyle buluşmayan yine kendi varlığı hakkında tartışmayan, kararlar almayan
kadın, tabi ki egemen sistemin en güçlü kullanım aracı ve zemini haline
gelecektir. Uygarlık tarihi, bu yönlü oldukça güçlü malzemelere sahiptir. Beş
bin yıllık ataerkil tarih, kadının ahlaki ve politik gücünü kırmak, yerine
kendi iktidarını geçirmekle var olmuştur. Uygarlık tarihinin başka bir izahı
olamaz. Her ne kadar çeşitli ideolojik-politik maskelerle bu gerçeklik
gizlenmeye çalışılsa da gerçek olan; ataerkil tarih, kadının ahlaki ve politik
değerleri üzerinde geliştirdiği gasp ve yalan kültürüdür. Bu tarih, egemen ve
köle tebaalarıyla, ideolojik, kültürel, sanatsal ve ekonomik olarak egemen
erkek kişiliğinin pekiştiği tarihtir. Bu tarih derinlikli incelendiğinde, yaşanan
tüm mücadele süreçlerinin, özünde köle-egemen çelişkisinin köklü olduğu
görülecektir. Bu nedenle kadın ve iktidar ilişkisinin derinlikli çözümlenmesi,
güçlü bir ahlaki ve politik duruşu ve katılımı için şarttır.
“Gerçek
anlamda politika ile demokrasi özdeş kavramlardır. Eğer özgürlük politikanın
kendini ifade ettiği iklimsel alansa, demokrasi de bu alanda politikanın icra
tarzıdır. Özgürlük, politika ve demokrasi üçlüsü, ahlaki temelden yoksun
olamazlar”.
Ahlaki
bir donanım ve gelişim olmadan politik bir duruş, yani güçlü bir demokrasi
bilinci ve örgütlülüğü geliştirilemez. Kadın, güçlü politik bilinç ve duruş
kazanmak için iktidara dayalı yapılanmaları güçlü bir bilinçle ele alıp,
çözümlemek zorundadır. Hiçbir şekilde iktidar ve ona dayalı yapılanmalar,
özgürleşmeyi amaç bellemiş kadın açısından bir tercih olamaz. Özgürleşmek
isteyen kadın, kendi hedef ve ilkelerini, ancak kendi özgür iradesi ve gücü ile
belirler. Güncel tartışma ve kararlar kadar, stratejik kararları kendi iradesi
ve gücü ile belirlemesi gerekmektedir. Kadını, toplumu, yaşamı incelemek, doğru
bilgiye dayalı açığa çıkarılmış gerçekliği, irade olarak görmek jineolojinin
politika bilimine getireceği yeniliktir. Toplumsal gerçeği merkez alan
jineoloji, politikayı iktidar alanı olmaktan çıkarmayı amaç edinmelidir. Bu
anlamda jineoloji politika alanında, eleştirici ve düzeltici bir işlev ve role
sahiptir.
Temel
ilkelerimizden biri de; kadınin yaşamın tüm alanlarında, kendi hakkında karar
sahibi olmasıdır. Kadının her alanda karar hakkının, irade gücünün
gelişebilmesi için bilinç anlamında köklü bir yenilenmeye ihtiyacı vardır.
Bunun gerçekleşebilmesi için kendi eğitim zeminlerimizi, tartışma platformlarımızı,
güçlü geliştirmemiz gerekmektedir. Kendisi ve yaşadığı sorunlar hakkında
yeterince tartışmayan, kararlarını bu temelde ortaklaştırmayan kadın, yetkin
bir politik irade de ortaya koyamaz. Bu temelde kendi sorunlarımızı, süreci,
politikayı, kültürü, sanatı, toplumu, erkeği ne kadar güçlü tartışabiliyoruz,
bu önemlidir. Bunları güçlü tartışma, çözümleme, var olanı eleştirme ve olması
gerekeni de belirleme, politika alanında sürekli bir üretime sevk edecektir.
Ancak bu alanlarda çok ciddi boşluklarımız var ve bunu iktidarcı zihniyet
doldurabilmektir. Politik alandaki boşluk, yetersizlik ya erkeğe ya da devlete
kapı aralayabiliyor. Bunların aşılması da ancak, ahlaki bilinç temelinde
politika üretmekten geçmektedir. Bu sorunu sadece biz değil, dünya kadın
hareketleri tarihinden de öğreniyoruz. Politika sorunu, kadın için hem tarihsel
hem de güncel açıdan yakıcı bir sorundur. Jineoloji, bu sorunu da gündemine
alarak, politikanın doğru bir tanıma kavuşmasını sağlar. Bununla birlikte kadın
ve toplum açısından politikanın işlevli olmasına da yol açmalıdır.
Son
süreçte tartışılan konuların başında kadına dönük şiddet gelmektedir. AKP
zihniyetinin kendisi şiddet üreten bir zihniyettir. Şiddeti en fazla
tırmandıran ve meşrulaştıran bu zihniyettir. Bunun dışına çıkmadan nasıl bir
çözüm geliştirebilinir ki? AKP bugün
yaşamın tüm alanlarına, sorunlarına el atmaktadır. Sorunun kendisine kaynaklı
eden çözümünü de geliştirmez..Biz böylesi gündemler, projeler temelinde kadını,
politik bir güç ve örgütlülük haline getirebiliriz. Jineoloji bu sorunları da
çözebilmenin, aştırabilmenin alanı olabilmelidir. Özellikle kadını politika
sanatında geliştirmenin, yetkinleştirmenin alanı olmalıdır. Sadece dışa dönük
değil, kendi içimizde Jineoloji, politika alanında yaşadığımız sorunları
gündemleştirmeli ve çözüm yaklaşımını geliştirebilmelidir. Jineoloji bu
anlamda, ahlaki ve politik toplumun yapısallık ve işlevsellik kazanmasında da
önemli bir alan olmaktadır. Bu temelde ortak irade ve akıl gücü olarak
politikayı kendi eksenine en güçlü bir biçimde oturtabilmelidir.
Bilim
çalışması olarak Jineoloji, kendisini güçlü bilimsel verilere
kavuşturabilmelidir. Tarih, toplum, ekonomi, ekoloji, etik-estetik vb.
disiplinler jineolojinin ilişkili olduğu alanlardır.Yeni bir bilim anlayışımız
ve yöntemimiz nasıl olmalıdır, tüm bunları inceleme-araştırma ve tartışma ile
belirleyebilmeliyiz.Bakış açısı kazanmada, doğru yöntemi belirlemede, yine
güçlü yorum gücüne kavuşma açısından böyledir. Derinlikli bir yoğunlaşma ve
özümseme olmalıdır.Derinlikli bir bakış açısı ile birçok kaynaktan
yararlanabilmeliyiz. Hem kadın sorunu açısından hem de sosyal bilimler
açısından bizlere yol ve yöntem konusunda faydalı olabilecek önemli kaynaklar
da vardır. Bunları gündemimize alarak, güçlü bir yorumlama ile var olan
tartışmalarımızı derinleştirebilmeliyiz. Önemli olan, süreklileşen bir
yoğunlaşma içinde olmaktadır.
Sürekli
bir tartışma, yorum, analiz yapmanın zeminlerini güçlendirmek, kadın hareketi
olarak bizlerin gündemini çok değiştirecektir.Her şeyden önce bizi asıl olana
odaklayacaktır. Kendi önceliklerimizi daha güçlü belirlememize yol açacaktır.
Kadınlar her alanda harıl harıl bir üretim içindeler. İdeolojik, felsefik,
sanatsal, ekonomik ve bilimsel üretim halindeler. Bunun bize kazandıracağı
enerji ve güç tüm çalışma alanlarında bizi daha yetkin kılacaktır. En azından
nasıl yaşamamız, nasıl katılmamız ve ne yapmamız gerektiği noktalarında bizi
daha fazla aydınlatacaktır. Aydınlanan kadın, aydınlanan erkek, aydınlanan
toplum olacaktır. Bu anlamda Jineoloji, kadının aydınlanma alanı olacaktır.
Kadın aydınlandıkça, tüm karanlıklara karşı daha güçlü bir ışık saçıp
mücadeleyi yükseltecektir.
“Jineolojinin
ortaya çıkaracağı gerçekler herhalde teolojinin, eskatalojinin,
politikolojinin, pedagojinin, velhasıl sosyolojinin birçok bölümlerine ilişkin
lojilerden daha az gerçeklik payı taşımayacaktır. Kadının toplumsal doğanın hem
fizik, hem de anlam olarak en geniş bölümünü teşkil ettiği tartışma götürmez. O
zaman neden çok önemli olan bu toplumsal doğa parçası bilime konu edilmesin?
Pedagoji gibi çocuk eğitim ve terbiyesine kadar bölümlenmiş sosyolojinin
jineolojiyi oluşturmaması, egemen erkek söylemli olmasından başka bir hususla
izah edilemez. Kadın doğası karanlıkta kaldıkça, tüm toplum doğası
aydınlanmamış olarak kalacaktır. Toplumsal doğanın gerçek ve kapsamlı
aydınlanması, ancak kadın doğasının kapsamlı ve gerçekçi aydınlanmasıyla
mümkündür. Kadının sömürgeleşme tarihinden ekonomik, sosyal, siyasal ve
zihinsel sömürgeleştirilmesine kadar konumunun açıklığa kavuşturulması, tarihin
diğer tüm konularının ve güncel toplumun her yönüyle açıklığa kavuşmasında
büyük bir katkıda bulunacaktır…Etik ve estetik bilimi kadın biliminin ayrılmaz
parçasıdır… Ekonomi biliminin de kadın biliminin bir parçası olarak
geliştirilmesi daha doğru olacaktır. Ekonomi baştan beri kadının asal rol
oynadığı bir toplumsal faaliyet biçimidir… Feminizmi de kapsayan kadın bilimine
dayalı kadının özgürlük, eşitlik ve demokratik hareketi, açık ki toplumsal
sorunların çözümünde başat rol oynayacaktır.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder